Murakami ile ilk defa "Sahilde Kafka" ile tanıştım. Muhabbetimiz "Zemberekkuşu'nun Güncesi" ile devam etti. Kitabı Jay Rubin çevirisiyle İngilizce okudum.
Toru Okada çalıştığı hukuk firmasından kendi isteğiyle ayrılır. Karısı Kumiko ise editördür.Bu sürede Toru ev işleriyle ilgilenir müzik dinler, spagetti pişirir. Fakat pek sevgili kedilerinin kaybolması bazı tuhaf olayları başlatır.
Murakami'nin bu kitabında da yine birbirinden hoş karakterler var. Toru'nun rutin hayatı bu karakterlerle tanışmasıyla değişiyor. Hepsinin anlatacak hikayeleri var, kimi zaman mektuplarla, telefonla olsa bile.
Gaipten haberler veren Kano kardeşler, sıradışı ergen May Kasahara, eski moda tasarımcısı yeni şifacı Nutmeg, gizemli oğlu Cinnamon ve diğerleri...Toru'nun başladığı yolculukta ona yol gösteriyorlar, ama olaylar gitikçe karışıyor, mekanlar değişiyor. Kurumuş bir kuyuda, bir peruk fabrikasında, Moğolistan çöllerinde, David Lynch tarzı karanlık bir otelde buluyoruz kendimizi. Nesneler de Toru'ya yolculuğunda eşlik ediyorlar: Cutty Sark viski şişesi, Christian Dior parfüm ve beybol sopası.
Murakami hikayenin tam ortasına 2.dünya savaşının soğuk ve belki de pek bilinmeyen bir cephesini, Japonya'nın Çin'le ve Rusya'yla olan mücadelesini eklemiş. Şiddet, ölüm ve sebepsiz bir savaş çok etkileyici bir şekilde Toru'nun hikayesine eklemlenmiş.
Murakami'nin gücü gündelik hayatı, basit olayları anlatırken bile bunu etkileyici ve felsefi bir şekilde yapması. Modern Japonya'yı anlatıyor bize. Jazz ve klasik müzik dinleyen, spagetti yiyen, bira içen sıradan insanlar var kitaplarında. İşlediği temalarla yerelliğini de korumayı başarıyor. Rüyalar, kehanetler, semboller çokça yer alıyor kitapta.
Zemberekkuşu'nun Güncesi aslında bir yolculuk: Toru Okada'nın yolculuğu. Kahramanımızın en güzel özelliği başına gelenleri kabul etmesi, dinginliğini koruması. Akıntıya karşı koymadan kendi yolunu bulması. Cevaplanmamış sorular kalsa da her zaman.
0 fikrim var:
Yorum Gönder