23 Temmuz 2010 Cuma

ye.dua et.sev.

23 Temmuz 2010 Cuma 0
Kadıncağız kocasından boşanıyor, ne tür bir hayal aleminde olduğunun farkında değil, kesinlikle çok mutsuz ve bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında. Bir de orada bir adama gönlünü kaptırıp ruh ikizi olduğunu iddia edip saplantılı bir durum oluşturuyor bünyesinde.. Bu kadar saçmalık üst üste gelince de İtalya, Hindistan ve Endonezya yolculuğu başlasın diyor. Herbir ülkede farklı hazların, esasen kendini arayışın peşinde.. Kitap üçe bölünmüş.. 1) İtalya'daki günleri için; 'Nasıl yiyorsanız öyle konuşun ya da Keyfin peşinde 36 öykü' diyor. 2) Hindistan'daki günleri için; 'Seninle tanıştığım için mutluyum ya da kendini arayışa dair yazılmış 36 hikaye' diyor. Ve son olarak 3) Endonezya'daki günleri için de; 'Kendimi çıplakken bile farklı hissediyorum ya da Dengenin peşinde 36 hikaye' diyor. Ben yine her zamanki gibi biraz geç kaldım bu kitabı okumakta.. Hatta Julia Roberts'ın başrolünde olduğu bir filmi bile çekilmiş.. yine de hiçbir şey için o kadar da geç kalmadım demek istiyorum. Devamını okumayı düşündüğüm ikinci kitabı çıkmış. Önce bunu bir okuyup bitirmekte fayda var dedim o yüzden. Açıkcası, bu herkesin yapmak istediği bir yolculuk.. Öylesine elini kolunu sallaya sallaya arkanda ne bıraktığın umrunda olmadan, sadece kendin için bir şeyler yapmak yürek isteyen cinsten. E, bir de hepsini geçtim.. Bunları karşılayacak paraları nereden buluyorlar, onu anlamıyorum. Kredi kartlarında milleri birikti de öyle mi gitti ya da yolunda giden süper bir tazminat davası sonucu mu bu yolculuğa çıktı, onu bilemeyeceğim. Evet, bir kıskançlık mevcut bünyemde böyle bir şey yaptığı için. Çok bilindik hikayeler aslında ve eminim başka bir çok kitapta milyon kere okuduğum şeyler. Her neyse. Çıtır çerezlik, böyle hoş beş keyiflik okunacak güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum yine de. Bir de şunu dedirttiriyor insana aslında.. Hepimizin inanılmaz saçma ve 'boş' sorunları var. Her şeyi kafamızda gereksiz yere büyütüyoruz. Hayatında olması gerekenler oldu, sana bir şeyler kattı ve bitti gitti. Kalbinde sürekli bir şekilde 'belki'lerle yaşamamasını öğrenmen gerekiyor.. Kendini en çok yorabileceğin şey kalbine söz geçirememendir. Beynini yiyip götürüyor yoksa acımasızca ve sen nerede olduğunu anlamadan her şey son buluyor. (Bunun için en iyi örnek bknz. Bihter'in sonu. hahah.)

20 Temmuz 2010 Salı

Shutter Island

20 Temmuz 2010 Salı 0
Leonardo DiCaprio'yu Titanic'ten beri sevemedim ama son zamanlardaki film seçimleriyle hafızalarımda bir yer edinmesini becerdi sağolsun. Böyle insanı derinden etkileyen bir rolü olmuyor genelde, o hissi bende uyandırmıyor diyeyim daha doğrusu, ama inanılmaz vasat bir durumu da yok şimdi hakkını yemeyeyim.
Nazi zamanında, esir alınan Amerikan askerlerine yapılan bir takım psikolojik deneylerden hep bahsedilir(yok efendim beyninin ön tarafındaki sinirler alınıyormuş da hastalar zararsız hale geliyormuş vs şeklinde) ama ne kadar doğrudur değildir hiçbir zaman kesin bir şekilde ortaya çıkmamıştır. Bu filmde de yer yer bu konu üzerinde durulmuş, ama esas olarak bir adada akli dengesi bozuk hastaların bakımının üstlenildiği bir merkez konu edilmiş. Leonardo'cuğumuzda adli polis olarak adaya gelir ve kayıp birisini bulmaya çalışır yeni ortağıyla birlikte. Sonra ortağından şüphelenmeye başlar, etrafındaki insanlar da hiç güvenilir değildir.. Esas olarak 67. hastayı aramakta ve bir isme kitlenip onu aramaktadır. Ben bu konuyla ilgili bir tiyatroya da gitmiştim aslında. Haluk Bilginer oynuyordu. Sonunu söylersem şimdi tadı kaçar mı bilmem diyeceğim ama ben filmi baya bir geç izledim o yüzden çok da bir sorun olmaz diye düşünüyorum. Hastayla doktor rolleri değişirler, esas hastaya hayal dünyasındaki gibi bir ortam yaratılır ve sonra o da işin saçma boyutlarını algılar ve gerçeklerle yüzleşmeye başlar. Bu şekilde hayalle gerçek arasındaki farklılıkları görmeye başlar. Hasta aslında öylesine bir travma geçirmiştir ki yaşadıklarıyla yüzleşemediği için hayal dünyasında karakterler yaratarak kendisini iyi adam ve diğerlerini kötü adam yapmıştır ve bu hikayesine inanmaktadır. Daha düzgün nasıl anlatabilirim bilemedim. Herkes deli ya hepimiz deliyiz işte..Yaşasın!! Sonunu da güzel bitirmişler aslında. Hani şöyle bir ikilemle karşı karşıya kalıyorsunuz. Deli olduğunun gerçekten farkında mı, yoksa yine en başa sarıp hayal dünyasında mı yaşamaya karar verdi..? Bir iki lafı farkında olup iyi biri olarak ölmesinden bahsedip iyileştiğini ama yaşamak için de bir nedeni kalmadığını gösteriyor. Ben de aynen o şekilde düşünenlerdenim.
p.s. Filmin tek kusuru benim için şarkı seçimleri olabilir bu arada. Hayalkırıklığı..

18 Temmuz 2010 Pazar

Aklınızı Başınızdan Alırım !!

18 Temmuz 2010 Pazar 0
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki..kendi üzerimde test ettim :) İki şarkıyı da True Blood S03 EP4'te izledim geçen gün. Dizide çaldığı sahnelerden dolayı mı oldu bu etki bilmem ama bu bölüm özellikle, baya bir başarılı olmuş şarkı seçimleri.

Damien Rice - 9 Crimes (Demo) --bu versiyonu özellikle tavsiye ederim. 9 adlı albümünde, hidden bonus track kıvamında 11. parça olarak yer alıyor.--

Leave me out with the waste
This is not what I do
It's the wrong kind of place
To be thinking of you
It's the wrong time
For somebody new
It's a small crime
And I've got no excuse

Is that alright?

Give my gun away when it's loaded
Is that alright?
If you don't shoot it, how am I supposed to hold it?




Massive Attack - Paradise Circus

It's unfortunate that when we feel a storm,
we can roll ourselves over 'cause we're uncomfortable.
Oh well, the devil makes us sin
.
But we like it when we're spinning, in his grin.

 

Love is like a sin, my love
For the ones that feels it the most.
Look at her with her eyes like a flame.
She will love you like a fly will never love you, again.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

İstanbul Hatırası...

7 Temmuz 2010 Çarşamba 0
Geçenlerde D&R'a girdiğimde, raflara sıra sıra dizilmiş, Ahmet Ümit'in yeni kitabı "İstanbul Hatırası"nı gördüm. Hemen raftan bir tane aldım, kendime bir yer bulup okumaya başladım. İlk olarak arka kapağa göz attım. Bu bana yeterli gelmedi, kitabın içiersinden rastgele bir bölüm açtım ve okumaya başladım. Hoşuma gitti, hemen aldım. İçinde hem tarih, hem polisiye olaylar var. Önceden okuduğum Ahmet Ümit romanlarını da referans olarak alırsak, almamam ve sizin almamanız için hiç bir sebep yok.
Romanda İstanbul'da işlenen bir dizi cinayetler ele alınıyor. İstanbul'u İstanbul yapan imparator, kral ve padişahlara ait olaylar, efsaneler, mekanlar ve mekanların tarihleriyle mükemmel bir şekilde harmanlanıyor. Byzantion'dan İstanbul'a kadar birçok efsane ele alınıyor. İstanbul hakkında çok şey bildiğini sananlar dahi, çok yeni şeyler öğreneceklerdir, eminim.
Romanımızın içeriğini daha fazla açmayacağım. Size tavsiyem, alın ve okuyun. Zaten bir solukta okuyacaksınız.Okudukça İstanbul'u daha çok sevebilirsiniz. Kahramanlarımız Başkomiser Nevzat ve Yardımcıları, Komiser Zeynep ve Komiser Ali ile sizlere şimdiden iyi okumalar, iyi eğlenceler...

2 Temmuz 2010 Cuma

Vuvuzela YouTube Videolarında...

2 Temmuz 2010 Cuma 0
2010 Dünya Kupası'na damgasını vuran Vuvuzela artık YouTube'da.
İzlediğiniz videonun penceresi altında ki butonların içerisine, dikkat ederseniz, yeni bir buton eklendi. Resim de küçük de olsa belli oluyor. Bu butona tıkladığınız da izlediğiniz videoyla alakalı da olmasa, başta komik gelen ama daha sonra sinir bozucu bir sinek vızıltısını andıranVuvuzela'nın tuhaf sesi dalga dalga yükseliyor. Güney Afrika stadlarından sonra YouTube'da da kafamızı şişirmaya başladı. Neyse ki sesin çıkmas sadece bizim elimizde istediğimiz zaman kapatabiliyoruz. YouTube'dan sürekli değişikler görmeye alıştık artık. Bakalım daha neler göreceğiz.
PS: Resimde görünen video görüntüsü, Cenk&Erdem ikilisinin Lady Gaga'nın Alejandro adlı şarkısının Tükçe versiyonuna yapılmış komik-iğrenç videosundan. Şarkının Türkçe adı "Alihandır o". Dinlemenizi tavsiye ederim. İyi eğlenceler:)))
 
◄Design by Pocket