31 Aralık 2009 Perşembe

Peki ya ben? Ben de kutlarım..

31 Aralık 2009 Perşembe 0
Tanrım cok cokcokcokcokcokcok sukur 2009 bitiyor. Aaaa nefret ettim senden, sevemedim bir türlü seni..
2010 icin ümidim var hala. Bak simdiden anlasalım, seni sevmek istiyorum mumkunse ona gore iyi davran bana..Her sey karsılıklı :P
Hmmm sanırım ben biraz cok ictim. Sacmalıyorum. iyi seneler, saglık mutluluk..falan felan. Yasasıııııın!! Cift sayilardayiz artik.. Haydin baklım hayirlisi. Ah hep bole mutlu olmak gerek. Dunya bana guzel su anda kikikikiki. xoxoxo.
Sorry for the interruption. error. hık mık zık.

Herkese bi halley oluyo!!


2009'un son saatleri.2010'a az kaldı.Valla herkes de bir çılgınlık,bir hareketlilik ne var bu kadar patırtı kopartacak anlamadım gitti.Sonuçta eğlenelim eyvallah da çok da cozutmayalım.Ben evde tv seyredip abur cubur yiyeceğim,hava da soğuk zaten.Neyse 2009 çok zor geçti,iyi şeyler de oldu ama inşallah 2010'da daha fazla güzel şey olur,yüzümüzdeki tebessümler artar,daha bir insan,daha iyi oluruz birbirimize karşı...

Tüm Dünyaya MUTLU YILLARR=)))

Bugün bütün dünya da yeni yıl büyük bir coşku ve umutla karşılanacak. Bundan dolayı herkesin yeni yılını kutlamak istedim.











  • Mutlu Yıllaaaarrrr....=))
  • Happy New Year!
  • Voorspoedige nuwe jaar
  • Kul ‘am wa antum bikhair
  • Urte Berri on
  • Shuvo noboborsho
  • Sun nien fai lok
  • Xin nian yu kuai
  • Stastny Novy Rok
  • Godt NytÅr
  • Gelukkig nieuwjaar
  • Bonan Novjaron
  • Onnellista uutta vuotta
  • Bonne année
  • Ein glückliches neues Jahr
  • Eutychismenos o kainourgios chronos
  • Hauoli Makahiki hou
  • Shana Tova
  • Boldog uj evet
  • Selamat Tahun Baru
  • Felice Anno Nuovo or Buon anno
  • Akemashite Omedetou Gozaimasu
  • Sehe Bokmanee Bateuseyo
  • Nyob Zoo Xyoo Tshiab
  • Felix sit annus novus
  • Barka da sabuwar shekara
  • Godt Nytt År
  • Manigong Bagong Taon
  • Szczesliwego Nowego Roku
  • La Multi Ani si Un An Nou Fericit
  • Ia manuia le Tausaga Fou
  • Feliz año nuevo
  • Heri za Mwaka Mpya
  • Gott Nytt År
  • Chuc mung nam moi
  • Blwyddyn Newydd Dda

30 Aralık 2009 Çarşamba

Kitapçı Dükkanı

30 Aralık 2009 Çarşamba 0
Yılbaşına bir gün kaldı.Hediye alacaklar almıştır zaten.Benim de naçizane bir önerim olacak.Kitap alın kendinize ya da sevdiklerinize.Çok bayat geliyor kulağa biliyorum,emekli başöğretmen UlviyeŞenyurt konuşuyor sanki demeyin.Napayım benim için en güzel hediye hala kitap.Ha tabi Dior Homme marka bir sneaker olursa hediye bunu sonra tartışırız:)
Kitap almak riskli aslında.Çünkü seçmek zor.Ben şükelalık yaparak birkaç tavsiyede bulunayım.

1)Polisiye Gerilim Sevenlere:Koloni

Grange'in son kitabı Koloni çıkalı epey oldu.Ermeni kökenli eski polis Lionel Kasdan ve eski junkie genç polis Cedric Voleski'nin bir cinayetteki (kulak zarları delinerek öldürülmüş bir kurban)zoraki ortaklığı onları Hitler döneminin ürkütücü deneylerine,Şili'deki devrime,mazoşizmin karanlığına,şiddete ve insan poatansiyelinin zorlanan sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.Üstadın Kızıl Nehirler'deki ikilisini(Niemans ve Abdouf) ve karmaşık örgüsünü hatırlatan kitap,sevenlerini hayal kırıklığına uğratmadı.Sürpriz sonu ve hiç de masum olmayan baş kahramanlarıyla yine ürkütücü ve ekstrem bir Grange romanı.

2)Aşk Olsun Diyenlere:Zaman Yolcusunun Karısı


Auderey Niffenegger'ın bu kitabının baskısı tükenmişti ülkemizde. Ne zaman ki filmi çekildi Epsilon yeniden bastı.
Zamanda kendi isteği dışında yolculuk etme ve kendi geçmişine doğru gitme yeteneğine sahip olan Henry ve sevdiği kadın Clare'in fantastik,masalsı ve hüzünlü aşkını anlatıyor kitap.Henry Clare'le tanışıyor yolculuklarının birinde ve bir ömür sürecek aşkları başlıyor.Her bölüm başında Clare ve Henry'nin yaşları veriliyor.Kitabın kurgusu karmaşık.Henry'nin yolculukları,çocukluğu, Clare'le olan ilişkisi değişik zamanlarda anlatılıyor.Ama kitap bütünlüğünü koruyor çünkü yazar bu zorlu kurgunun altından kalkmayı başarmış.Kitabın finali ve son buluşma hayli yürek burkucu.Çevirisinde bazı ufak tefek sorunlar var.Ama yine de okumayı bozmuyor.Zaman Yolcusunun Karısı şimdiden bir aşk klasiği oldu.

3)Öykü Severler İçin:Taş Bina ve Diğerleri



Aslı Erdoğan edebiyatımızın yüz akı isimlerinden.Uzun bir aradan sonra öykü türüyle buluştu okurlarıyla.Kırmız Pelerinli Kent'te Rio sokaklarında geçen,kendi kendini tüketen bir yalnızlığı anlatan Erdoğan bu öykülerinde ise işkence,işkenceci ve geçmişle yüzleşme kavramlarını incelemiş.Yazarın daha önce yazmış olduğu güzel öyküsü Tahta Kuşlar da kitapta yer alıyor.

4)Chicklit:Bridget Jones'un Günlüğü


Gendaş Kültürün yıllar önce yayınladığı Bidget Jones'u,Türkiye'de chicklitin kalesi olan Artemis hard cover olarak bastı.Konusunu bilmem söylememe gerek var mı?İngiliz şişmanı Bridget iş hayatında sakarlıklarla başa çıkmaya çalışırken bir yandan da ideal erkeği arıyor.Vermesi gereken kilolar da cabası.Sıkı kahkahalar attıran,türünün en iyi örneklerinden biri.

5)Vampir Sevenlere:Gündüz Ölüsü


Charleine Harris'in yazdığı güneyli vampir romanları serisinin ilk kitabı Gündüz Ölüsü.Bu sefer vampirler tamamen ortaya çıkmış,vatandaşlık hakları elde etmişlerdir.Normal topluma ayak uydurmaya çalışan vampirler insanların arasına karışır.Louisana'da küçük bir kasabada garsonluk yapan sıradan fakat düşünce okuma yeteneğine sahip şapşal garson Sookie'nin hayatı kasabaya yakışıklı vampir Bill Campton'ın gelmesiyle değişir.Hemen ardından başlayan cinayetler ise kasabayı karıştırır.True Blood adlı diziye de ilham veren bu seri içerdiği cinsellik ve şiddet nedeniyle büyüklere göre.

6)Esaslı Roman Sevenlere:Ay Sarayı



Ocakta çıkacak son romanı Görünmeyen'le okurla buluşacak olan Paul Auster'ın başyapıtı Ay Sarayı Marco Stanley Fogg'un tuhaf hikayesini anlatıyor.Aynı zamanda üç kuşağın birbirine bağlanan hikayesiyle bir Amerikan destanına dönüşüyor.Auster'ın sevdiği temalar olan hayatın anlamı,yalnızlık,aile sevgisi ve tesadüfler bu kitapta da var.Ay Sarayı New York'tan,Utah çöllerine uzanan etkileyici bir kendini arayış öyküsü.

7)Bazıları Sert Sever:Amerikan Sapığı



Bret Easton Ellis'in ölmeden önce okunması gereken kitaplar arasında gösterilen bu romanı 80ler New York'unda geçiyor.Süper zengin yuppie Patrick Bateman'ın şiddet dolu fantazi dünyasına yolculuk yapıyoruz.Pahalı restoranlar,kredi kartları,marka kıyafetler ve yalanlarla dolu bir dünyaya.Çıkışı imkansız bu kaotik dünyada Patrick rahatlamayı şiddette bulur.Kitapta çok rahatsız edici şiddet ve seks sahneleri mevcut.Tüketime ve kaosa dayanan bir zamanın kaybolmuş kahramanı Patrick'in gözünden bir süre sonra tüm hayat,arkadaşları ve sevdiği marka kıyafetleri,hepsi pornografinin bir parçası haline geliyor.

8)Bir Kitap Okudum,Hayatım Değişti:Parfümün Dansı


Tom Robbins'in kitapları hayat değiştiren cinsten.Devletlerin,dinlerin dayattığı dogmalardan uzaklaşıp,hayatın tadını çıkarma,doğayla bütünleşme felsefesi Robbins'in her kitabında var.Parfümün Dansı adlı başyapıtında ölümsüzlüğün peşindeki kral Alobar,yine ölümden kaçan Hintli güzel Kudra'yla tanışıyor.Yüzyıllar sonra ise Seattle,New York ve Paris'te bir grup insan aynı şeyin peşinde:kusursuz parfümün.Sonunda hepsi bir güzel bir araya geliyorlar.Ha bir de tanrı Pan'ı unutmamak lazım.Eğlenceli,fantastik ve masal gibi.Unutulmaz bir kitap.

Bol okumalı,çok kitaplı bir yıl olur inşallah!


29 Aralık 2009 Salı

Biri SJP'ı durdursuuuun!!! Sex And The City 2

29 Aralık 2009 Salı 0
Eveeeeet yanlıs duymadınız!!! Mayıs 2010'da ikinci filmi vizyona giriyor!!!
Baktı ilk film de tuttu, ehh SJP ne yapsın..paranın gözü kör olsun :) Bana soracak olursanız, o kıyafetleri giyip o mekanlarda dolasmak bile yeter aslında!!
Bu sefer, 4 arkadasın Dubai'deki cılgın maceralarını anlatıyor.. Moda yine moda!! Tanrım kıskanıyorum artık.. Gercekten boyle bir hayat yok di mi.. Bu kadarı olamaz hani!!?
Çölün ortasında bir yürüyüsleri var ki öldüm gülmekten. Bu arkadaslar beni cok eglendiriyor. Yine aynı, yine heyecanlı, yine komik, yine yine yine.. Sex And The City'yi izlerken gordugumuz her sey var. Kıyafetler sanki daha bir pahalı, daha bir sık.. Baslangıctaki o pırlantalar da gozumden kacmadı :)
Filmden beklentilerim: Lütfen artık Carrie'yle Big'in arasında kötü bir seyler olmasın. Samantha capkınlık yapsın, bizi yine güldürsün bir güzel. Charlotte, matmazelliginin sınırlarını zorlasın. Miranda'da da mümkünse Steve'e iyi davransın ve kendine daha cok baksın :)
Merakla bekliyoruz...


Carnevale'de Şenlik Var: Lavand.

Bu sezon Carnevale'in cazibesine dayanamadım ne yalan soyleyeyim.Yeni bir marka gelmis ki sormayın.. Bir eglenceli, bir guzel.. Tam da sıkıldım artık hep aynı seyleri giymekten derken karsıma cıkmasından dolayı son derece mutluyum. Elbise agırlıklı genelde ürünleri Lavand'ın. Birkac tane alacaktım ama sonra kendime dur demesini bilip bir tane alıp cıktım. Bakmakta fayda var, degisik seyler bulabilirsiniz..Yalnız, elbise vücuda oturmalı mıdır, yoksa hafif dökümlü mü olmalıdır sorusunda kitlenip kalıyorum. Small ve Medium arasında kalıp, kararsızlıgımla sonunda arkadasımı deli ettim. Yarın gidip belki Medium'la degistiririm artık bilemiyorum. Her neyse iyi bir yılbası alısverisi oldugu kanısındayım..İste elbisem ve ben :)

Bir Canlı Olarak Lady Gaga


Lady Gaga'yla tanışmamız Poker Face şarkısıyla oldu.Garip imajı ve hareketli şarkısıyla hemen ilgi topladı."The Fame" adlı albümü iyi bir satış elde etti."Just Dance,Paparazzi,Boys Boys Boys" gibi şarkıları çok tutuldu.Ama en önemli farkı giysileriydi.Sarı saçları,ve abartılı makyajı yetmezmiş gibi eteksiz geziyor,mayoyla dolaşıyordu;diz üstü çizmeler,topuklu ayakkabılar giyiyordu.Hermes fularlar kullanıyordu.Yani bayağı çalışılmış bir imaj.Ama kimdi bu kadın? Yoksa kız mı demeli? Zira kendisi 86 doğumlu.Amerikalı şarkıcının gerçek adı Stefani Joanne Angelina Germanotta.Köklerinde italyanlık var.Katolik okuluna giden küçük Gaga daha o zamandan müziğe yatkınmış.Şarkı sözeri yazmaya başlamış.19 yaşında Def Jam Records'da işe başlamış ama ayrılmış sonra.Lady Starlight kendisine bu çılgın tarzı hazırlamış ve beraber sahne şovları yapmaya başlamışlar.Yapımcı Rob Fusari kendisinin vokalini Freddie Mercury'e benzetmiş,Queen'in "Radio Gaga"sından esinlenerek Lady Gaga nickini vermiş.
Albüm içinse Akonun desteğini alan Gaga 2008 de çok iyi eleştirlerle karşılanan albümü "The Fame"i çıkardı.Glam rock tarzıyla Michael Jackson ve Madonna'dan etkilenen Gaga artık celebrity olmuştu.
Lady Gaga aslında esmer.Amy Winehouse'a benzetildiği için sarışın olmuş.Garip giyimi ise marjinalliğe destek için seçmiş.Biseksüel olan Lady Gaga gaylere destek veren bir sanatçı.Aldığı ödülleri tanrıya ve gaylere ithaf ediyor zaten.Yetenekli olduğu tartışılmaz Lady Gaga gerçekten iyi bir çıkış yaptı.Kıyafetlerini çoğu zaman abartsa da dikkat çekmeyi başardığı kesin.Kraliçenin huzuruna bile çıktı geçenlerde.
Bu aralar ise Bad Romance isimli şarkısına çektiği kliple gündemde.Epey para harcandığı belli olan klipte Lady Gaga tuhaf yaratıklarla birlikte büyük gözlük kabı gibi duran şeylerin içinden çıkıyor akabinde altın çeneli rus mafyasının önünde teşhir edilip 1 milyon dolara alıcı buluyor."I want your love,i want your revenge,i want a bad,bad romance "gibi sözleri olan şarkının "Walk walk fashion baby;work it,move that bitch crazy" kısmında Lady Gaga'nın Alexander McQueen tasarımı armadillolarla yürümesi hayli eğlenceli.Style.com a göre bir sığınakta zıplama görüntülerinden oluşan klibi ben hayli eğlenceli buldum.Uzaylıların dünya üstünden geçerken düşürdükleri Lady Gaga umarım biraz daha aramızda kalır.

Kokoşluğun İhtişamı

Bryan Boy'u duymayan kalmadı herhalde.Ama ben yine de biraz bahsetmek istiyorum.Filipinli bir genç olan Bryan Boy moda bloggerı.Sitesinde kendi resimlerini yayınlayıp,alışveriş ve moda tutkusunu anlatıyordu.Çok komik ve eğlenceli bir blog.Marc Jacobs'a ise adeta tapıyor,her fırsatta söylüyordu.Sonra olan oldu Marc da bu sevgiye ilgisiz kalamadı,"bb ostrich bag" diye bir çantayı Bryan Boy'a ithaf etti.Çok fazla moda bloggerı var ama bazıları çok ciddiye alınıyor. Bunu modacılar da fark etti.Dolce&Gabbana geçen sezonki defilesinde bloggerları Anna Wintour'la birlikte front rowa oturttu.Bryan Boy da bunlardan biriydi.Parlayan şöhretle Bryan Boy New York,Paris,Milano moda haftalarına katıldı,sevdiği insanlarla tanışma şansı buldu.Bir blogger ne ister zaten.O da daha ne olsun diye düşünüyor.
BB çok kokoş,parlak-payetli şeyleri seviyor.Skinny bir vücudu olduğu için beğendiği kadın koleksiyonlarını da giyiyor bazen.Chanel 2.55 çantası ve 600 $ para verdiği Marc Jacobs gözlükleri vazgeçilmezi.Rusya'ya gitmiş bir de.Şimdi evine döndü,2010 daki moda haftaları için para biriktiriyor.Ama geçenlerde onu çok mutlu eden bir paket gelmiş.Sitesinde birkaç kere bahsedip almazsam ölürüm dediği Louis Vuitton çantayı Marc kendisine yollamış.Çanta henüz piyasada yokken sahip olmak harika bir şey.Tam bir "from runway to real way" olayı. Celebrity lerin sahip olduğu bir şans yani.

Çanta çok çılgın.Louis Vuitton zaten çanta denince akla ilk gelen markalardan.Klasik monogram ve dama çantalarını,bavullarını üretmeye devam ederken bir yandan da değişik ve genç tasarımlar yapıyor.Kocaman bir tilki kuyruğu olan bu çanta o kadar tuhaf ki o derece güzel.Victoria Beckham da almış hemen.



Ama benim favorim yeşil olan.Noel Baba bana bu çantayı getir!

İyileştiren Şarkılar...


Bugün sabah saat 9:30 da buluşmam gereken arkadaşlarım trafik nedeniyle geç kalınca ben de soğukta beklemek yerine Tunalı'da ki devasa D&R'a girdim. Yaklaşık bir saat kadar oyalandım. İyiki de girmişim. İlk girdiğimde çalan müziğe pek dikkat etmedim. Fakat sonra Cranberries'ten "Ode to my family" çalmaya başladı. Başta Cranberries'in albümü sandım; ama ben böyle düşünürken birden Joan Osbourne'dan "One of us" çalmaya başladı. Rüyada gibiyim sevdiğim şarkılar arka arkaya çalıyor. Onun ardından da Gabrielle " Out of reach" çalınca, ben albümü aramaya koyuldum. Fakat D&R kocaman yer; ara ara bulamadım. Müzik katına çıktım yok, aşşağıya indim o sırada yanımdan geçen görevli bayana hemen sordum " Bu çalan albüm hangi albüm acaba??" diye. Görevli bana o sıra da hemen yanında bulunan standdan bir albüm uzattı. Çok basit ama şirin kapağı olan bu albümü görünce önce inanamadım. Joy FM'in katkılarıyla hazırlanan bu albüm de çeşitli sanatçıların sevilen, insanın ruhunu okşayan şarkılar bir araya getirilmiş.Albümdeki şarkılar aşşağıda ki gibi:
1. THE CRANBERRIES - ODE TO MY FAMILY
2. JOAN OSBOURNE - ONE OF US
3. GABRIELLE - OUT OF REACH
4. ELVIS COSTELLO - SHE
5. VANESSA WILLIAMS - BETCHA NEVER
6. AMY WINEHOUSE - LOVE IS A LOSING GAME
7. NELLY FURTADO - ALL GOOD THINGS
8. INDIA ARIE - BEAUTIFUL
9. DINAH WASHINGTON - MAD ABOUT THE BOY
10. COLBIE CAILLAT - BUBBLY
11. SHANIA TWAIN - YOU RE STILL THE ONE.
12. SUZANNE VEGA - ROSEMARY
13. STING - SHAPE OF MY HEART
14. DUFFY - MERCY
15. ROBYN - WITH EVERY HEARTBEAT


Sabah beni bekleterek bu albümle tanışmamı sağlayan arkdaşlarıma ve Joy FM'e sonsuz teşekkürler...

Seni Sevmeyen Ölsün


Stephenie Meyer'in "Alacakaranlık" kitabını daha kimsenin haberi olmadan okuyanlardan biriyim.Bir arkadaşım bana yollamıştı "bak oku Amerikan Kütüphaneler Birliği 2005 in en yi kitabı seçmiş" diye.Dharma yayınlarından çıkmış tuhaf kapaklı bir kitaptı.Kitap Bella adlı bir sümsüğün Forks kasabasına gidip babasıyla yaşamaya başlamasını sonrasında da Edward diye "soğuk" bir erkeğe tutulmasını anlatıyordu.Kitap özellikle yarattığı atmosfer ve eğlenceli anlatımıyla hoşuma gitmişti.Sonra o yaz filminin çekildiğini öğrendim,meğer bir seriymiş.Sonra olan oldu zaten,Epsilon tüm seriyi yayınladı.Film ortalığı dağıttı,başrol oyuncuları idolleşti,seks sembolü oldu.Özellikle bir Edward Cullen fetişizmi çıktı ortaya.Ben son kitap hariç diğerlerini okudum o da "artık evlendiler zaten off "deyip bıraktım ama iki filmi de seyrettim.

Dün gece uykum kaçınça televizyonu açtım.Muhabbet Kralı'nda aldatma konuşuluyordu.Atv de de Deşifre vardı ve Alacakaranlık serisinin gençler üzerindeki kötü etkisini haber yapmışlardı. Psikiyatrlara,ilahiyatçılara falan sormuşlar,böyle vampir gibi kötü bir şeyin nasıl iyi bir hale getirildiğini söylemişler.Zaten semavi dinlerde böyle bir şey yok,bir efsane olarak yaratılmış bir şey.Stephenie ablam da bunu teenagerlara uyarlayarak iyi ekmek yedi.Kendisinin mormon olması kafaları karıştırıyor,kitapta bunun propagandası yapılıyormuş.Yani Amerika'da elini sallasan tuhaf bir tarikata çarpıyor zaten mormonlar,amişler... Ben bu kadar ciddiye alınacak ne var anlamadım.Zamanında Harry Potterlara da laf söylediler,gençlerin psikolojisini bozuyor diye.Gençler özelikle 12 -13 yaşında olanlar tamam etkilenebilirler ama zaten artık internet diye bir şey var herkes istediği zaman her türlü şeye ulaşabiliyor.Güya bir zamanlar satanizm vardı şimdi de vampirizm varmış.Gençler birbirlerinin evlerinde toplanıp,pentagram çizip etrafına diziliyorlarmış.Hastane önlerinde karaborsacılardan aldıkları bir kaç ünite kanı içip,bir vampir gelip,ısırsın diye bekliyorlamış.Bunu duyunca yabana özenip naydaaaaa diye nara atasım geldi böyle aptallık olur mu dedim.Bu sadece Türkiye'de oluyordur herhalde.


Yani sonuçta son bir iki yıldır Alacakaranlık,True Blood derken bir vampir çılgınlığı var ama kimsenin böyle ahan da vampir olcam ben deyip delireceğini zannetmiyorum.Alacakaranlık serisi tabi ki bir edebi başyapıt değil eleştirilecek çok şey var.Bella ezik ve güçsüz bir karakter olarak gösterilmesiyle feministleri kızdırmıştı zaten.Sadece Edward'ın kusursuz,yakışıklı,beyaz tenli ve bayağı zengin olması sebebiyle ideal koca(!) olarak tanımlanması bence gençleri olumsuz etkileyip güzellik anlayışlarını değiştirebilir,bu kadar yani.Popüler kültür sonuçta bu tüketilir yarın başka bir şey gelir.

şüphe


Michael Robotham'ın daha önce İthaki'den çıkan "Kayıp" adlı kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Bu sefer "The Suspect" adlı kitabını bir tesadüf sonucu ingilizce olarak okudum.İthaki bunu da "Şüphe"adıyla yayınlamış zaten.Polisiye türünü seven biri olarak "Şüphe" beni fazlasıyla tatmin etti.Kitap psikilog Joseph O'Loughlin'in bir cinayet soruşturmasına dahil olması ve sonrasında baş şüpheli haline gelip kensini temize çıkarmaya çalışmasını dinamik bir kurguyla anlatıyor.Kitap üç bölümden oluşuyor.Özellikle ikinci bölüm çok sürükleyici.Psikopat bir katilin geçmişine doğru iz sürüyor burada Joseph.Bu kısımlar bana Grange'in "Kızıl Nehirler"ini hatırlattı.Ancak Robotham'ın kendine has bir üslubu var.Sıradan polisiye kurgusunun dışına çıkmaya çalışıyor,popüler kültür ögelerini esprili bir şekilde araya sıkıştırıyor bazen.Baş karakterini gerçekçi kılmak için de uğraşmış.Joseph bir yandan suçsuzluğunu ispat etmeye çalışırken bir yandan da karısıyla,babasıyla ilgili sorunlar yaşayıp onları aşmaya çalışıyor.Aynı zamanda parkinson hastalığıyla başı dertte.
Kitap sonunda tam her şey halloldu derken büyük bir sürpriz yapıyor.Bu özelliği nedeniyle de takdir edilesi.Kısacası "Şüphe"polisiye gerilim(thriller) sevenleri tatmin edecek bir roman.

Lie To Me

Beden dilinden ne kadar anlarsınız? Peki bunun ciddi anlamda arastırılıp criminal olayları cozumlemede onemli bir rol oynayabilecegini hic dusundunuz mu? Kacımız yalan soylemesini gercekten cok iyi biliyor? Iste tum bu soruların cevaplarını bulabileceginiz bir diziyle karsınızda: Lie To Me.
Ders gibi hangi mimik ne demek, yalan soylerken vucut dilinde neler kullanırsın.. veya tam tersi dogruyu soylerken neler yaparsın..bu ve benzeri her seyi bulmak mumkun.
Yalnız tavsiyem, adam ne anlatıyorsa iyi dinleyin, cunku sonraki bolumlerde hızlı bir sekilde artık bildiginizi varsayarak o surat ifadelerini soyle bir gosterip geciyor. Benim gibi 'hah neydi simdi bu..off!!' diye kalmayın sonra :)
Izleyin, izletin. Dolu dolu konusu olan bir dizi. 2009'da cekilmeye baslandı. 2.sezonu yeni bitti. Darısı yeni yılda diger sezonlarına artık.


28 Aralık 2009 Pazartesi

Kings of Convenience

28 Aralık 2009 Pazartesi 0

Muzigi sevme nedenlerimdendir Kings of Convenience. İlk olarak bu Norveçli ikiliyi, Misread sarkılarıyla tanıdım, cok sevdim, oylece devamı geldi zaten. Klibi de pek hostu bu sarkının. Hemen bir dip not düşeyim burada, I'd Rather Dance With You'nun klibi de sevilesidir.
Aslında her sarkısı güzeldir. Birini digerinden ayıramam. Feist'i de sayelerinde tanımıs bulundum. Know-How sarkısında eslik etmisti kendisi.
4 albümü var. Albümleri sırasıyla:
-Quiet is the New Loud
-Versus (remix album)
-Riot on an Empty Street
-Declaration of Dependence (yepyeni taptaze cıktı)
Sarkı secemeyecegim su daha iyi diye, haksızlık edemeyecegim bu konuda. Hepsini oturun bir solukta dinleyin :)

Bunu haketmedik Robbie Williams..

Yeni klibi You Know Me 'yi izledim gecenlerde. Utandım. Nerede senin o Feel veya She's the One gibi sarkıların? Oldu mu bu simdi? Neden boyle bir sey yapma ihtiyacı hissettin yani? Neden hayallerimi yıktın sorarım?? Offfff cok kotu olmus cok.. Tavsan olup da klip cekmek neden diyecegim..Hadi tamam Alice in Wonderland'mis bilmem ne ondandır da olmamis ve yine soyluyorum OLMAMIS!!

bir alışverişkoliğin (acı) itirafları


Hep aynı mağazalara girip çıkmaktan mı,modanın kendini tekrar etmesinden bilinmez ya da en önemlisi kriz yüzünden alışveriş eskisi gibi tat vermiyor.Daha doğrusu moda ve haliyle kıyafetler. Anna Wintour'un büyük bir çoğunluğunu tek başına kontrol ettiği bu dev endüstriyi artık çok da ciddiye alamıyorum açıkçası.Sonuçta Bret Easton Ellis'in "Glamorama" romanındaki manken kızın dediği gibi "tüm giysilerin sonu toz bezi olmak bir şekilde." Tabi vintage Chanel elbiselerinizi,Prada ceketlerinizi kesin demiyorum ama zaten orta halli bir tüketici olarak bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum:
En sık alışveriş yaptığım marka Pull and Bear.Ankara'da Gordion,Ankamall ve Panora avmde var.İnditex'e bağlı bu genç ispanyol,makul fiyatları ve eğlenceli tasarımlarıyla hayli popülerleşti ülkemizde.Çoğunlukla renkli ve zıpır olan pull'un erkek koleksiyonu bu kış sezonu genel trendler ve maskülenlik nedeniyle koyu renklere bürünmüştü.Tişörtler pek başarılı değil bu sefer ama kazaklar,montlar,trençkotlar ve hırkalar çok başarılı.Erkek aksesuarlarında,ayakkabılarda,atkı ve çantalarda da çeşit artmış.
Pull'un abisi Zara da küçük kardeşi gibi mont ve kazaklara hayli önem vermiş.Çok trendy ve tasarımlama hırkalar,trikolar mevcut.Fiyatlar tabi ki daha yüksek.100 tl civarında çok güzel sneakerlar var.
Gap şimdilik Panora'da var,Gordion'daki açıldı mı bilemiyorum.Bu amerikalı rahat giyim markası spor tarzıyla ön planda ama şık parçalar da yok değil.Güzel kaşmir kazaklar 80-120 lira arası değişiyor ama benim sorunum dekorasyonla alakalı.Panora'daki mağazanın erkek katı pek bir dağınık,üst üste.Bir tane de koltuk atmışlar ortaya sanki bir parti evinden almış getirmişler.Csi daki mavi ışıklı cihazlardan alım tutacağım bir gün üstüne.
Ah Koton ah!! Koton yine beni hayalkırıklığına uğratmamış ve kötü bir erkek koleksiyonu hazırlamayı başarmış.Kumaşlar kalitesiz ve modelistleri yeteneksiz .S tişörtleri bana L gibi oluyor.Nasıl aldılar o girişimcilik ödülünü anlamadım.
Pull'un tiki kuzeni Bershka'ya ne zaman girsem bu sefer bişey alacağım diye inat ediyorum ama alamıyorum.Kazaklar falan fena değil ama genel bir cart renk kullanımı ve de işlevsizlik var.
Ha bir de Massimo Dutti var.Tüm bunların babası.Pek şık gerçekten.Bana "Match Point" filmindeki soylu ingiliz aileyi,av partilerini,brunchları hatırlatıyor.Mağazaların dekorasyonu da ağır ve şık.Pek bir dikkatle bakamadım ama kaşmir kazakları güzeldi.
Mudo ise bir kaç yıl önce fts 64 diye bir genç markası yarattı.Esprili tişörtleri,güzel kapüşonlu üstleriye çok sevmiştim ama aldatması uzun sürmedi.Son bir kaç sezondur Amerika'daki discount storelarda,Wal Mart'larda 5 dolara satılacak kıyafetleri 60 liraya satmaya çalışıyorlar. Şiddetle kınıyorum kendilerini.
Bunlar olurken Armada'daki Tommy Hilfiger,Tommy Hilfiger Denim oldu ve acayip güzelleşti.110 liraya çok güzel beyaz tişörtler,289 liraya v yaka kazaklar var ama maddi imkansızlıklardan dolayı uğrayamıyoruz bu mağazaya.
Yani aşağı yukarı böyle işte.Aynı şeyler,aynı tip kıyafetler.Artık Sartorialist'teki güzel insanlara ve hoş kıyafetlere bakmak bile tat vermiyor.Orada da herkesin üstünde Burberry trençkot, çıplak ayakla giyilen makosen.Boyfriend ceketler var kadınlarda bir de Balenciaga clutchlar ve Bottega ayakkabılar.Yani zenginlik de zor,herkes aynı şeyleri almanın peşinde.Palahniuk abimizin "Tekinsiz" kitabından bir alıntı yapalım da tüketim canavarına dur diyelim:
"Çocuk istismarı için düzenlenen tüm hayır işlerinde herkes iki bacağı üstünde yürüyüp ağzıyla çikolata soslu krep yedi:dudakları aynı deri dolgusuyla şişirilmişti.Aynı Cartier saatlere ,aynı elmaslarla çevrelenmiş aynı zamanlara baktılar.Hatta yoga ile uzun ve ince bir şekle sokulmuş boyunlarda aynı Harry Winston kolyelere."

25 Aralık 2009 Cuma

Missy Higgins'i hic dinlediniz mi?

25 Aralık 2009 Cuma 0

Huzurun gercek anlamını bünyesinde o güzel sesiyle barındırır.. Missy Higgins:
83 dogumlu Avustralyalı sarkıcı ve söz yazarı.
En genis caplı album satısını 2007 yılında yaptı. (1milyon adet oldugu soyleniyor!)
Tarzı: Pop, indie, folk, acoustic (Zaten benim tavsiye edecegim sarkıların cogu bu tarz olacagi icin, sevmiyorsaniz zamanınızı bosa harcamis olmayayim:p)
En sevdigim sarkıları : The Wrong Girl, Where I Stood.
Hit yapan diger parcaları: Scar, The Special Two, Steer, Falling.
Aslında, Smallville ve One Tree Hill izleyenler bilir..Sarkıları bolca yer almıstı o dizilerde.
Yeni bir albumu cıkmadı sanırım henuz. En son 2007'de cıkardı. Karma ve cover albümleri var bolca bu sene.

Baska Dilde Ask



Cok etkilendim. Basrolde oynayan Mert Fırat benden tam puan aldı. Lale Mansur'la filmin sonlarında bir sahnesi var ki.. Anlatılmaz yaşanır cinsten. Cok güzel, kaliteli bir film olmus. Olabilir mi diyorsun izlerken ama oluyor iste, hayat dedigin boyle bir sey.. Konusunu anlatmayacagım.. Buyusunu bozmak istemiyorum cunku. Duygu harmanlamasıydı o anda yasadıklarım.. Hicbir sey bilmeden gittim, bir tesaduf sonucu kendimi filmi izlerken buldum, siz de oyle yapmalısınız bence..

24 Aralık 2009 Perşembe

life is a rain

24 Aralık 2009 Perşembe 0

Hayat gerçekten bir yağmur gibi,bazen sinirleniyoruz çünkü sel,fırtına,lodos vuruyor dağıtıyor bizi; perişan oluyoruz.Bazen de tatlı tatlı yağıyor,biz güzel bir evde ikindi vakti oturuyoruz çayımızı içerken.Bazen sevdiğimiz insanla yakalanıyoruz,mutlu oluyoruz.Bazen güneş sımsıcakken ılık ılık yağıyor birden.Sonra aniden de kesiliveriyor sürpriz gibi;geldiği gibi gidiyor,eski bir dost gibi.
Durup dururken küçük bir ayrıntı bazen yakalıyor insanı usulca çekiştiriyor yakasından.
Ben de birkaç gün önce otobüste küçük bir çocuk gördüm annesinin kucağında oturuyor. 3-4 yaşında,kulağında bir cihaz vardı belli ki o yaşında sağlık sorunlarıyla karşılaşmış,şimdiden anlamadığı bir yorgunluk çökmüş gözlerine.Elinde de fermuarlı mavi bir dosya tutuyor sıkı sıkı.Dosyanın üstünde ingilizce bir cümle var,anlamını bilmiyor çocuk ama ben görünce mutlu oluyorum,etkileniyorum bu basit cümleden keşke öyle olsa diyorum keşke olsa.Çocuk dosyayı ileri geri hareket ettirince yazı daha da ortaya çıkıyor,daha bir hoş geliyor şimdi:"Let life be beautiful like summer flowers." diye öğüt veriyor bize küçük bir dosya...

canavar anneler


Canavar annelik farklı bir şey.Öyle bildiğimiz anneler gibi kurabiye yapıp,çocuğuna gözü gibi bakanlardan değiller.Allah muhafaza yani.Bu tip anneler 3 e ayrılıyor:Birinci grup çok fena: fahişe,alkolik ya da uyuşturucu bağımlısı olanlar ki en kötüsü sayılabilirler.J.T. LeRoy'un "Sarah" adlı kitabındaki anne gibi.Bu tip anneler çocuklarını tek başlarına evde bırakabilirler,onların gözlerinin önünde zil zurna sarhoş olabilirler,çocukları da ne yazık ki onlarla uğraşmak zorunda kalırlar.2. tip anneler manik depresif olup ,yer yer kaybolan arada yüzeye çıktığında da çok fena şeyler yapanlardır."Savage Grace"deki Julianne Moore bu türün en tehlikeli temsilcilerinden biriydi.Genelde intihar ederler.3. grup diğerlerine göre daha zararsız gibi.Bu tip anneler hoş ve alımlıdır,çocuklarıyla yarışırlar giyim kuşamda.Parayı ve lüksü severler.Bu türün temsilcisi olarak aklıma ilk "The "O.C." de Melinda Clarke'nin canlandırdığı Julie Cooper karakteri geliyor.Julie gençliğinde her türlü çılgınlığı yapmış bir taşra kızı.Sonra zengin bir koca bulup Newport'a gelmiş.Bu zenginliği koruyabilmek için de bayağı çaba harcadı zavallım 4 sezon boyunca.Ama geçmişi kendisini rahat bırakmadı,kızının eski sevgilisiyle kırıştırdı,bir ara fakir kaldı.Bu türün bizdeki son örneği ise Firdevs Hanım.Parasız kalınca kızının köşküne çöreklenen Firdevs Hanım bu rahat hayatı kaybetmemek için elinden geleni yapmaya hazır.Hali hazırda Çetin Bey diye yeni bir kısmete bile göz dikti.Napsın kadın rahatça para harcayamıyor.Fakat işte bu tipik canavar anne hoş görünmek için bu kadar çaba harcadığı halde kızı Bihter'in ne hallere düştüğünü görmüyor.Allah korusun bu canavar annelerden diyelim ve gidip annemize sarılalım:)

Devr-i Alem Sahaf

Bugün Ahmet'le Tunalı Pasajı'nda gezinirken alt katında Devr-i Alem Sahaf diye bir dukkana rastladık. İki sevimli amca orada oturuyordu. Size ne isterseniz gosterip yardımcı oluyorlar. Cok tatlılar cok sevdim kendilerini :) Booooyle her yer kitap.. En sevdigimiz :) Nereyi karıstırcam derseniz icinden cıkamadım ben sahsen.. Karikaturler.. Cizgi Romanlar.. İngilizce Almanca kitaplar.. Polisiye Romanlar.. Cok coook eski romanlar en eski baskılarıyla mevcut.. Yenilerde var. Ne ararsanız var kısaca :) Eksisozluk'te iki adet yorum buldum burayla ilgili: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=devr+i+alem+sahaf
Bu arada, Seth Cohen gibi bir erkek arkadasım olsa, oradan Spiderman Cizgi Roman serisini alır yılbasında da ona hediye ederdim..
Herkesin yeni yılını simdiden kutluyorummmm! 2009 benim icin cok iyi bir yıl degildi. Umarım 2010 hepimiz icin cok guzel, bol kahkalı, saglıklı, mutlu bir yıl olur... Sevgiler..

20 Aralık 2009 Pazar

sen,ben,yenge

20 Aralık 2009 Pazar 2

2. sezonunu yaşayan Aşk-ı Memnu Türkiye'de epey ses getirdi. Kostümleri,oyunculukları,"ahlaksız" senaryosuyla.Kitabını okumadım,bu kadar popülerleştikten sonra da okumam herhalde.Zaten geçen haftaki Medya Kralı'nda Hakkı Devrim,Halid Ziya'yı züppe olarak nitelendirdi.Bilemeyeceğim o kadarını ama ben diziyi eğlenerek izliyorum.Yani yok bu ne saçma dizi,bunu izleyenler salaktır diyenlere katılmıyorum.Sonuçta kimse kimseyi koltuğa tutkallamıyor perşembe geceleri.Başka şeyler de yapabiliriz.Ben de yer yer dizideki kahramanları bir adet Hermes kemerle dövmek istesem de sonuçta kostümleriyle,müzikleriyle teknik olarak başarılı bir dizi söz konusu.Bu da Türk dizilerinde göremediğimiz bir şey.Geçen haftaki bölüm niyeyse iyiydi.Senaristler sanki eleştirilere kulak vermişler de daha iyi yazalım demişler.Matmazelin Behlül'ü paylaması,Bihter'in "hani bunun adı aşktı" diyerek Behlül'e ayar vermesi,Nihal loserının Özlem Süer'in butiğinde bayılması falan pek eğlenceliydi.Kahramanlarla ilgili bir de ben yorum yapayım dedim dizinin müdavimi olarak:
Adnan Bey:Saflığı herkesçe malum olan Adnan Bey yer yer Bihter'i azarlamayı başarsa da sonuçta dizinin aptalı olarak kalacak herhalde.Beşir'in her türlü uyarma çalışmaları da yersiz kalınca bırak sarhoşu kendi uyansın deyimi Adnan Bey'e cuk oturdu.Burberry ve Beymen'den giydirilen Adnan Bey o bıyıklarla isterse Prada giysin olmuyor.Yani tek suçlu bıyıklar,Bihter ve Behlül değil.
Bihter:Her ne kadar Beren Saat çok da iyi bir oyuncu değilse de yine de sinema-televizyon için iyi bir yüz ve Bihter'i güzel oynuyor.Couturedan vazgeçemeyen Bihter,Elif Cığızoğlu,Özgür Masur ve Arzu Kaprol tasarımı kıyafetler giyiyiyor.Son bölümdeki puf yeleği(bilmiyorum valla ne deniyor) pek hoştu.Behlül'le serada halvet olduktan sonra hırsını çiçeklerden alan Bihter, Behlül'e ayar vererek gözümde değer kazandı ama sinirlenince zavallı hizmetçilere çemkirmiyor mu o zaman kızıyorum.Topuklu ayakkabıyla bir türlü barışamayınca son bölümlerde evde çizme giymeye başladı garibim.
Behlül:Aldığı kilolar ve kırmızı suratıyla şişme bebek haline gelen Kıvanç Tatlıtuğ iyice karizmayı çizdi.Türk playboyları çok iyi kalplidir aslında mantığıyla son bölümde zırıl zırıl da ağladı.Nihal'in masumiyeti kendisini çok etkilemiş zira.Burada masumiyetle bekaret mi kast ediliyor anlamadım.Bihter'i her fırsatta düdükleyen Behlülcük iş kaçmaya gelince 3,5 attı.Zira kendisi hala "iktisada giriş" dersi alan bir öğrenci ve o arabalar,iphonelar bırakılacak gibi değil.
Behlül giyiminde ise Dkny,Calvin Klein,Fred Perry gibi abla ve abilerin kıyafetlerini tercih ediyor.
Firdevs Hanım:Cia'in eline geçse müthiş bir ajan olacak Firdevs Hanım,Nihal safını ikna etti ve Behlülcüğü tuzaga düşürdü.Bihter'in nefretini daha da kazandı.Para tatlı tabi,kadıncağız napsın.Kaybedecek çok şey var:Ralp Lauren ve Etcetura kıyafetler gibi....
Nihal:Firdevs Hanım'ın gardrobunu yenilemesiyle şapken şeker olan Nihal bir göğüs küçültme ameliyatı geçirmedikçe bir şeye benzemeyecek gibi.İçinde büyük bir sevgiyle Behlül adlı bir bonzai büyüten Nihal son bölümde "Şile'den öteye kaçamıyorum" diyerek loserlığını kabul etti.
Beşir:Bir şoförden ziyade hisli bir musiki öğrencisi gibi olan Beşir tanık olduğu yasak aşkı belgelemekle kalmadı,Adnan Bey'e göndermeye de kalktı.Fakat Nihalciğinin pek masum aşkını öğrenince astım haliyle miço oluverdi.
Matmazel:Zavallı kadına ismini bile unutturmuşlar yazık valla.Kendi müthiş evine çıkıp kafayı biraz dinleme fırsatı bulan Matmazel,Nihal kerizinin her fırsatta ağlamasıyla yine görev başı yaptı.Bu yetmezmiş gibi Firdevs ve Bihter'in alaylarına da maruz kalan Matmazel bilgili,kültürlü ve kitapsever bir şahıs.Harcanıyor vallahi bu gudik köşkte.En çok ona üzülüyorum:(
Dizi kahramanları bu kadar değil elbette:saf Peyker,ezik Nihat ,tilki Hilmi,kahkül Cemile,azgın Katya,kötüsaçkesimli hala,muhbirşoför(yeni katıldı),aptalküçükkardeş Bülent gibi bir sürü tuhaf karakter var.İzleyip göreceğiz artık nolacak ilerleyen bölümlerde.

Meryl Streep'e hayran olma sebeplerimden biri daha..Julie&Julia

Kendisi, meslegine hakkını veren bir yıldız. Durusuna, giyim tarzına, aile hayatına... kısaca kendisine gıpta ediyorum!! Son birkaç yılda yaptığı filmlerden: The Devil Wears Prada, Mamma Mia, Doubt ve son olarak Julie&Julia. Hepsinde farklı karakterleri canlandırdı. Kim olmasını isterseniz o olup cıkabiliyor. Yok boyle bir yetenek gercekten. Beni surekli sasırtıyor.
Julie&Julia da cok guzeldi. Biraz uzun sürdü gerci ama yine de zevk alarak izledim. Gercek hayattan alınmıs bir hikaye canlandırılmıs. 40 yasında hayatının askını bulup evlenmis ve kariyerini bu noktadan sonra (ahcı olmaya karar vererek) olusturmaya baslamıs Julia Child(Meryl Streep)'ın yemek kitabıyla büyüyen bir kızın, Julia'nın tariflerini deneyerek blogunda paylastıklarını anlatan bir film.
Trailer: http://www.youtube.com/watch?v=vjvJHsJD8ic
Sonuc: Hayattan beklentilerimi arttırdı. Ozellikle su aralar moralim bu kadar bozukken..Bak iste 40 yasında askını bulanlar var, beklemek gerek bazen..dedirtti. Bir de Julia karakteri hep pozitif, mutlu, mızmız degil ne guzel. Sevilesi bir insan kısaca. Keske etrafımda daha cok boyle insan olsa.. :)
Hayat guzel.. Kıymetini bilerek yasamak lazım.
"Kendin ol, hayat bir baskası olmak icin cok kısa."

18 Aralık 2009 Cuma

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

18 Aralık 2009 Cuma 0

Jonathan Safran Foer'in Siren Yayınları'ndan çıkan kitabı "Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın" bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biriydi belki de en iyisiydi..
Konusu şöyle:11 eylül'de babasını kaybeden Oscar birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur,babasına ait bu gizemli anahtarın sırrını çözmek ister ama koskaca New York'ta 162 milyon kilit vardır...
Kitap Oscar'ın diğer çocuklara benzemeyen zekası,mucitliği,hayalperestliğiyle çok eğlenceli ama büyük insanlık faciası 11 eylül'den sonra yaşanan insan dramları,bir çocuğun yaşadığı kayıp ve onunla yüzleşmesi açısından çok da hüzünlü.
Kitaba paralel giden,Oscar'ın babaannesi ve dedesinin duygu yüklü hikayesi de insanlık tarihindeki başka bir yıkıma,Dresden'e götürüyor okuru.Hayatlarının en başlarında dağılmış insanların,konuşulamayanların hikayesine.
Kitap Oscar'ın seçtiği resimler, büyükbabanın defterlerinden yazılarla anlatısını olabilecek her türlü görselllikle destekliyor.Yani aynı zamanda oyuncaklı,büyük bir yaratıcılıkla yazılmış.Okuyup bitirdiğinizde bir süre elinizden bırakamıyorsunuz.Tartışmasız çok başarılı ve yenilikçi bir roman.

"O gece babam beni yatırır ve kitap hakkında konuşurken bu meseleye bir çözüm düşünüp düşünemediğini sormuştum. “hangi mesele?” “fazlasıyla önemsiz olmamız meselesi.” “pekala, bir uçak seni alıp sahra çölü’nün ortasına bıraksa ve sen orada, bir cımbızla bir kum tanesini yerinden bir milimetre oynatsan ne olur?” demişti. “muhtemelen susuzluktan ölürdüm,” demiştim. “hayır, tam o anda, tek kum tanesini oynattığında demek istedim. ne anlama gelirdi bu?” demişti. “bilmem. ne?” demiştim. “düşün bakalım,” demişti. düşünmüştüm. “herhalde bir kum tanesini oynattığım anlamına gelirdi.” “ki o da sahra’yı değiştirdiğin anlamına gelirdi.” “yani?” “yani mi? yani, sahra uçsuz bucaksız bir çöldür. ve milyonlarca yıldır var. ve sen onu değiştirdin!” “doğru!” demiştim yerimde doğrularak. “sahra’yı değiştirdim!” “anlamı?” demişti. “ne? söyle.” “eh, mona lisa’yı yapmaktan veya kanseri tedavi etmekten bahsetmiyorum. sadece bir kum tanesini bir milimetre oynatmaktan bahsediyorum.” “e?” “bunu yapmasaydın insanlık tarihi şöyle gidecekti…” “hı-hı?” “ama yaptın. yani?” yatakta ayağa kalkmış, yıldızları göstermiş ve bağırmıştım: “insanlık tarihinin gidişatını değiştirdim!” “doğru.” “evreni değiştirdim!” “değiştirdin.” “ben, tanrı’yım!” “sen ateistsin.” “ben, yokum!” yatağa, kollarına atlamıştım ve kahkahalarla gülmüştük."

Deniz Seki'yi Sevme Nedenleri


Deniz Seki geçenlerde hayranlarıyla buluştu.Özgürlüğe adım attıktan sonra ilk konseriydi.Nasıl mutlu nasıl duygusaldı.Star haberde Uğur Dündar'ın konuğu olduğu zaman da öyleydi.Yeni yazdığı bir şarkısını okudu hatta.Kendisinin öyle fanatik bir hayranı değilim.Ama her ne kadar yıprattıysa kendisini,özel hayatıyla öne çıktıysa da son 1-2 senedir yine de iyi bir şarkıcı olduğunu ve çok güzel sözler yazdığını düşünüyorum."Sahici","Üzgünüm Aşkım",ve benim en çok sevdiğim "Yine Hüzün". Kendisinin ne kadar duygusal hani klişe bir laf var ya aşk kadını diye o aşk kadınlarının en birincilerinden olduğunu gösteren,eğer haleti ruhiyeniz takılıp düşmüşse bir tekme daha vuracak cinsten,"damar" hatta! Bu kadar "sahici" olduğu için seviyorum belki de kendisini ve o muhteşem sözlerini:

Bu kadar zor mu inan gururun beni çok yordu
Sen ayaktasın hala ama ben tükeniyorum
Yine söz verdin boşu boşuna yeminler ettin
Sana karşı koyamazken yine beni sen mahvettin

Yağmurum oldun ıslandım
Çaresiz yine sana yaslandım
Güneşi görmez oldu yüzüm
Bu baharda yine hüzün

İçinizdeki romantik cüce açığa çıktığında vurmayın kafasına,dinleyin bu şarkıyı,açın pencerenizi ışık vursun,dalın gidin bir yerlere....

Perihan Mağden Nerede?


Bu sefer ara çok oldu.Perihan Mağden daha önce de Radikal'de yazmaya ara vermişti.Yine ara verdi ya da bıraktı.Ama gündemler-açılım,Dtp'nin kapatılması,domuz gribi...-geçerken,Türkiye hareketliyken onun yorumlarını, sözünü sakınmayan yazılarını okumayı şahsen çok özledim.Kimselerin yazamadığını yazan,yazdıklarının arkasında duran bir yazar Mağden.Köşecilikten hazzetmeyen biri,kaptıkları koltukta boş yere yer işgal eden köşe yazarlarından değil.Gerektiğinde alıp başını gidenlerden.Türkiye hallerini,Türk olma hallerini,aksayan şeyleri, televizyon tiplerini,gündelik tuhaflıklarımızı nevi şahsına münhasır tarzıyla çok güzel anlatıyordu.Haziran 2007'de çıkan mükemmel kitabı "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?"den sonra yeni bir kitap için ara verdiğini söylüyorlar.İnşallah daha fazla bekletmez.O zamana kadar eski yazılarını okuyup,müstesna karakterlerin resmi geçit yaptığı eşsiz novellası "Refakatçi"yle hasret gidereceğiz artık.

Her Hikaye Bir Hayalettir


2009 bitmeden Ayrıntı Yayınları bir sürpriz yapıp Chuck Palahniuk'un "Haunted" isimli kitabını "Tekinsiz "adıyla yine Funda Ucu'nun güzel çevirisiyle yayınladı.Kitapta zengin ihtiyar Bay Whittier'in ilanına cevap veren,yazar ve meşhur olma isteği kuran,kanundan ve geçmişlerinden kaçan,yine hayatın en dibinde kalmış kahramanlar eski bir tiyatroda bir araya geliyorlar.Burada her şeyden uzaklaşıp yazamadıkları eserlerini yazacaklardır.Ancak kurban olarak seçildiklerini düşünen kahramanlarımız bu rollerini sürdürmekte ısrar ederler ve birbirlerine ürkütücü hikayelerini anlatmaya başlarlar.Üstat bu eserinde farklı bir anlatı tekniği izlemiş:Üçüncü şahıstan dinlediğimiz temel hikaye,kahramanların anlattığı karanlık,gerçek hikayeler ve kahramanlar hakkında yazılmış,hikayelerden önce verilen şiirlerden oluşuyor kitap.Kahramanlarımız ünlü olmak,reality showlarda yer almak,film yıldızı olmak istiyorlar."Celebrity" olmanın kolay olmadığı da bir gerçek.Amerika artık Valium,Vicodin ulusu haline gelmiş,şöhret basamaklarını tırmanmak için fiziki acı çekmenin şart olduğu karton bir dünya.
Hikayeler birbirinden etkileyici ve tokat gibi.Aziz Bağırsaksız'ın anlattığı ilk hikaye "Bağırsaklar" en vurucu olanı belki de.Yazarın yaptığı okuma turlarında fenalaşmalara neden olan bu öykü sağlam bir mide isteyen cinsten."Ayak İşi","Yumruk Sersemi","Kenar Mahalle Gezmesi", "Kuğunun Son Ötüşü","Köpek Yaşı","Göç","Sakat" ve "Kötü Ruhlar" kitapta öne çıkan öyküler.Artık okurlarını daha ne kadar şaşırtabilir derken Palahniuk yine karanlık,kanlı ve pis bir dünya yaratmayı başarıyor.Kitabın son öyküsü "Hükümsüz" ise orijinalliğiyle başlı başına bir kitap olabilir.Ürkütücü bir fütürist öykü olan "Hükümsüz" kitabın finaline de yakışır cinsten.
"Tekinsiz" artık usta bir yazar olan Chuck Palahniuk'tan yine şaşırtan,benzersiz bir okuma.

Ağlamak Güzeldir


Hani bir dakikalık saygı duruşları var ya;gidenler,hayatını feda edenler için yaptığımız.Benzerini kendi hayatımız için yapmalıyız bazen .1 dakikalık içten ağlama duruşları gibi. Dolunca bir şeyler gözlere bastırınca dört yandan endişeler,mutsuzluk,gün batarsa birden,kararırsa etraf işte o anda.Mümkünse yalnızken.Yitirilen insanlar,söylenen kötü sözler,ayrılan yollar,dağılan arkadaşlıklar,pişmanlıklar,hatalar,kaçırılan fırsatlar,sapılan yanlış yönler,değişen mevsimler,saatin şaşmaz hareketleri,unutulan şemsiyeler,düşürülen eldivedenler,sararan yapraklar ve kendine duyulan öfke,hayata duyulan hınç için ağlamak.Arınmak için belki biraz.İnsan olduğunu hissetmek için bir kez -unutmuşken-tozlanmış masumiyeti temizlemek için arada bir ağlamak...Tuzlu,sıcak.

16 Aralık 2009 Çarşamba

kahraman yastık,tuz,biber

16 Aralık 2009 Çarşamba 0


"Başını omzuna yasladığında seni kim koruyacak! Eminönü esnafından Cumhur Baba mı, Üsküdarlı tellak Şevket Abi mi, Beşiktaşlı öğrenci dostu Durmuş mu, yoksa Beyoğlu’nun en esaslı karakteri Mustafa Amca mı?
Bu yastıklara her başını koyduğunda İstanbul şehrinin bu süper kahramanlarının güçleri seni koruyacak.
Eminönü’nde kurtlar sofrasında seneler boyu esnaflık yapma , her türlü ekonomik dalgalanma, kalabalık, müşteri nazına dayanabilme ve asla deri kılıfsız cep telefonu kullanmama gücü ile korunmak istiyorsan Cumhur Baba’yı seç.
Hamam sıcağında İstanbul’un gerdiği kasları yumuşatmak ve insanları şehrin kirinden arındırıp pür-i pak yapabilmek için gerekli pazu gücü ile korunmak istiyorsan Şevket Abi’yi seç.
Dönerci bıçağı gibi bir aleti büyük bir ustalık ve zerafetle idare ederek, gayet insani bir amaç olan açları doyurmak uğruna kullanabilmek ve aynı zamanda “buyyruun” la başlayarak geçen müşterileri hayatta kaçırmamak için her daim yeni slogan üretebilmek gücü ile korunmak istiyorsan.
İstanbul’un 24 saat yaşayan vazgeçilmez semti Beyoğlu’nda senelere meydan okuyarak , şair ruhlu kalabilme, herkese poz verebilme gücü ile korunmak
istiyorsan Mustafa Amca’yı seç."

Bu eğlenceli tanıtım yazısı aynı zamanda Penguen çizeri olan Cem Dinlenmiş 'in tasarladığı kahraman yastıklarına ait.Bu İstanbul kahramanlarının basılı olduğu sevimli yastıklar Bun Design mağazalarında satılıyor ve fiyatı da 15 tl.Yılbaşı hediyesi alacak olanlara iyi bir alternatif olabilir.
Ayrıca yine Bun Design mağazalarında satılan Erdem Akan tasarımı ilaç şişesi şeklindeki tuzluk karabiberlik de bence çok tatlı.Fiyatı ise 19.99 tl.

wishlist


Paşabahçe'nin Şehr-i İstanbul koleksiyonu çok hoşuma gitti.İstanbul'un sembolü olan Kız Kulesi'ni,Galata Kulesi'ni,cami siluetlerini tabak,bardak,kitap ayracı,vazo,bardak altlığı gibi akla gelebilecek tüm ürünlerde kullanmışlar.Mumluklar,Galata Kulesi şeklindeki kitap ayracı ve lale desenli bardaklar çok güzel.

kayıp sembol


Dan Brown'un tüm kitaplarını okumuş ve özellikle "Melekler ve Şeytanlar"ı çok beğenmiş biri olarak "Kayıp Sembol"ü de hemen okudum.Yine aynı teknikle-birkaç yönden akan kurgu,dünyayı tehlikeye atacak br kötü adam,sürpriz son ve şifreler-yazılmış ve amaçlandığı üzere hızla okunuyor.Bu sefer kahramanımız Robert Langdon bir arkadaşının çağrısıyla geldiği Washington'da arkadaşının kesik eliyle karşılaşıyor ve zamana karşı yarış başlıyor.Bu sefer efsanevi mason piramidini,üzerine yazı kazınmış bir taşı,sarmal bir merdiveni ve antik çağların bilgeliğini yansıtan kayıp bir sembol/kelimeyi bulması gerekiyor.Kitabın ana teması masonluk,masonluğun tarihi ve Amerikanın temellerinin masonlukla atılmış olması.Masonluk kitapta antik ve ürkütücü ritüellerine rağmen unutulmuş aydınlanmanın peşinde olan ve bilimle sanattaki gelişmeleri destekleyip insanın ruhani gelişimini amaçlayan asil bir cemiyet olarak anlatılıyor.Bu noktada itiraz edenler olacaktır haliyle.Çoğu komplo teorisinin idida ettiği gibi üyelerinin sahip olduğu zenginlik ve politik güçler nedeniyle masonlar sıradan bir sosyalleşme kulübü değil.Ancak kitapta daha çok bilim ve din ilişkisi irdeleniyor.Dan Brown'un bu kitabında ayrıca noetik bilim,din ve Tanrı kavramı,ezoterik hikayeler,tarihi kişilikler ve sembollerle donatılmış mimari şaheserler yer alıyor.Önceki kitapları nasıl Louvre'a,Sistine Şapeli'ne ve haliyle Paris'e,Vatikan'a,Roma'ya ilgiyi artırdıysa bu kitap da Kongre Binası,Mabet Evi ve Washington Anıtı'nın masonik mimarisiyle Washington'a turist katkısında bulunacaktır.
Kitapta yine o kadar çok matematiksel,bilimsel ve dinsel bilgi var ki büyük heyecanla,merakla okuyup,oldukça şaşırıyorsunuz.Kitabın antik gizemlerle,incille,dinle ve insanoğlunun zihinsel potansiyelleriyle ilgili söyledikleri çok tartışılacak gibi görünüyor.
Kitapta bahsi geçen Alman ressam ve matematikçi Albrecht Dürer'in sihirli karesi benim özellikle ilgimi çekti.Satırlardaki,sütünlardaki ve çaprazdaki sayıların toplamı aynı sayıyı veriyor sihirli karelerde.Fakat Dürer'in karesinde köşelerdeki karelerin ve ortadaki karenin içindeki sayıların toplamı da 34 ü veriyor.

Hobi

Bu saatte pelus hayvan (dikerek) yapmaya kalkıstım. Ortaya sonunda bir fil cıkacak diye ümit ediyorum. Haydi bakalım. Sanırım yarın bunun hakkında yazabilecegim. Su anda uyuyorum..




Eveet.. iste bunu yaptım. :)))
Forumİstanbul'a gittim gecen haftasonu, su meshurrr akvaryumu gormek icin. Valla verdigim 25TL ye acıdım. Pek de ilginc bir seye rastlayamadım cunku. 3milyon metre kup su var ama orada, boru mu bu yani, demek de mumkun tabii. Bu sualtı canlıları pek bir cirkinler..sevmiyorum sevemiyorum bir turlu. 80 metrelik yuruyen merdiven uzerinde gidiyosun, tunel boyle, icinde kopekbalıgı, vantuzlar var. Ama Panora'da gordugunuz kopekbalıklarından cok da bir farklılıkları yok. Her neyse. Alısveris merkezini gezerken, HobiMeydan diye bir dükkan bulduk. Ablam, hemen bir bakalım diye iceri soktu beni. Ya cok kıskandım. Eskiden ne guzel, insanların degisik degisik zevkleri vardı. İyi ki acmıslar bu dukkanı. Ben de bunu aldım iste pelus hayvan yaptım, kendim diktim, nasıl oldu anlamadım ama becerdim bir guzel, ortaya 3boyutlu sevimli bir filjik cıktı. :) Yapması cok kolay zaten. (Kısaca bu issizlik beni elisi yapmaya itti. Sonumu ben de cok icacıcı bulmuyorum ama hayırlısı artık:p) Maske boyama var, tekne yapıp boyama var... bi dolu sey. Detaylı bilgi icin bu adresten bakabilirsiniz: http://www.hobimeydan.com/
 
◄Design by Pocket