30 Nisan 2010 Cuma

~Remember Me~

30 Nisan 2010 Cuma 2
Ülkemizde bugün henüz gösterime giren "Remember Me" adlı filmi hiç geciktirmeden izledim. Harry Potter ve Ateş Kadehi'nde ardından da "Twilight" serisinde ki rolüyle beyazperdede ki hayatımızın tam ortasına dalan Robert Pattinson ve Amerika'nın artık tadı kaçan-ki ben düzenli bir takipçisi değilim çok şükür- dizisi "Lost"tan tanıdığımız Emilie de Ravin, filmin başrolleri paylaşıyorlar. Yaşlanmış bir adet de Pierce Brosnan veriyorlar, bu genç yeteneklerin yanında. Film genel olarak, ABD'de iki gencin, esas kızın annesini, esas oğlanın da ağabeyini kaybetmeleri sonrasında, bu iki benzer olayı yaşamış gencin aşkları ile devam ediyor. Kopuk aile ilişkilerine özenle vurgu yapılmış. (Gözümden kaçmadı.) Filmin ilk yarısınıda artık bitse de gitsek diye neredeyse feryat edecektim. Yalnız, ikinci yarısında olaylar öyle güzel birbirine bağlandı ki, heyacanla sonunu bekledim. Sonu da gerçekten hiç beklemediğim bir şekilde bağlandı, ve beni gerçekten çok duygulandırdı. Filmde Robert Pattinson'ın canlandırdığı "Tyler Hawkins"in kız kardeşini oynayan küçük yıldız, yetenek vs. Ruby Jerins'in bu yaşta gösterdiği performanstan da etkilendiğimi gizleyemeyeceğim.
Bugünlerde biras depresyonda olan,içinin biraz daha kıyılmasını isteyen herkese tavsiye ederim. Ben beğendim, umarım sizler de beğenirsiniz. İyi seyirler...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Evde DVD Keyfi ~Up-Yukarı Bak~

28 Nisan 2010 Çarşamba 1
2009 yılının sonlarına doğru sinemalarda gösterilen, Pixar'ın bir başka animasyon harikası Up-Yukarı Bak. 20 yaşını geçmeme rağmen hala çizgi film ve animasyonlardan vazgeçemeyen biri olarak, bu filmi neden daha önce izlememişim diye kendi kendime hayıflanmadım değil. Gösterimde olduğu sırada bana çok da cazip gelmemişti açıkçası. Ama geçenlerde aklıma düştü ve izledim. Tek kelime , bayıldıııımmm. Hikayesi, görüntüleri, renkleri, Türkçe dublajı o kadar iyiydi ki bir daha olsa, yeniden bıkmadan seyredebilirim. Eminim bir çoğunuz çoktan seyretmiştir. Ama bu zaman kadar izlemeyenler ve tekrar izlemek isteyenler için gerçekten eğlenceli geçebilecek iki saat vaadedebilirim.Herkese şimdiden iyi seyirler.

Sarhoştum, Hatırlamıyorum


Las Vegas'ta yapılan bir bekarlığa veda partisi ne kadar çılgın olabilir? Hangover bunu anlatıyor. 4 kafadar öyle dağıtıyorlar ki sabah uyandıklarında damat kayıp, banyoda bir kaplan, mutfakta bir tavuk, bir bebek, birinin dişi yok, polis arabası çalmışlar ve sürpriz bir evlilik yapılmış... Hangover bayağı komik bir film. Çinli mafyanın konuşmalarına bayıldım ben. Bradley Cooper da çok karizmatik bir şahısmış onu fark ettim. Bebek çok tatlıydı ama az göründü. Zaten ağlattılar yavrucağı her sahnede. Cameron Diaz ve Ashton Cutcher'ın "What Happens in Vegas" filmini hatırladım yani Vegas'a giderseniz aman fazla kudurmayın başınızı belaya sokarsınız diyor bu Amerikalılar bize heralde.
Bir de dün akşam Geniş Aile'de bariz bir esinlenme olmuş Hangover'dan. Devir abinin bekarlığa veda partisinden sonra hamamda uyandılar ve hiçbir şey hatırlayamadılar. Sonrasında yaşananlar da benziyordu. Yani biz de dağıtabiliyoruz kendi usulümüzce. Vegas'a gerek yok:)

26 Nisan 2010 Pazartesi

Yelkovansız Saat

26 Nisan 2010 Pazartesi 0

Yine güneyi anlatıyor McCullers. Taşra sıkıntısı, kendi çıkmazlarıyla uğraşan karakterler, kuşak çatışması ve ırkçılık. Roza Hakmen çevirisiyle Can Yayınları yayınlamış zamanında. Yalnız Bir Avcıdır Yürek kadar iyi olmasa da son sayfaya kadar gerilimi tırmandıran, düşündüren bir roman.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Amacım Yok

21 Nisan 2010 Çarşamba 0

Yaz gelmesin ya istemiyorum. Bu bahar depresyon içinde geçiyor, yazın kim bilir ne olur. Dengesiz ruh hali, bir amaçsızlık... Amanın hayat güzel de yaşaması zor be hacı. Ben hiçbir zaman mutlu olamayacaklardanım galiba yapacak bişi yok. Siz beni 2 yıl önce görecektiniz o zamanlar daha iyiydim. O zaman kurulsaydı bu blog patlardı şimdiye behehey (aman allahım kızımı bir megalomana veriyorum!) En sevdiği iş bunalıp daha da dertlenmek olan benim gibi patetiklere (bu kelimeyi Lost'un Charlie'si gibi telaffuz ediyoruz) Zeynep Casalini'nin Nihayet adlı ilk albümünün güzide parçası Amacım Yok'u armağan ediyorum. Napıyoruz, dinliyoruz "anam bu da çok depresifmiş yahu" diyip bi daha dinliyoruz:) -gülen surat da olmasa halimiz ne olurdu?

Gün güzel doğuyorsa
Hüzün çekip gidiyorsa
Sonun şimdiden gülüyorsa
Zorla ağlama
Amacım yok
Yaşamak buysa
Elimi tut uçarım yoksa
Yüzüme bak
Ve sus benle son defa


20 Nisan 2010 Salı

Young Victoria...

20 Nisan 2010 Salı 0
Geçtiğimiz hafta ülkemizde gösterime giren "The Young Victoria"yı çok uzun zamandır merakla bekliyordum. Nihayet geçtiğimiz haftasonu izleme fırsatı buldum. En başından belirtmeliyim ki, filme bayıldım. Tam benlik.
Başrol oyuncusu Emily Blunt'ı çok başarılı buldum. Kraliçe'yi çok güzel canlandırmış.Bildiğiniz gibi filmimiz, bu yıl ki Oscar törenlerinde "En İyi Kostüm Tasarımı" ödülünü aldı. Gerçekten haketmiş. Modadan da biraz anladığım üzere, kostümleri ve takıları çok başarılı buldum.
The Young Victoria'da ki oyuncuların hemen hepsi İngiliz. Film de bu ağırkanlı insanları gayet iyi hissediyorsunuz. Mekanlar harika, görüntüler mükemmel.
Fİlmden biraz bahsetmek istiyorum.Bildiğiniz gibi, film bir dönem filmi. Kraliçe'nin eşi Prens Albert'ın ölmesine kadar olan bir dönemi gençlik dönemi olarak nitelendirmiş. Kraliçe Victoria'nın tahta çıkması oldukça karışık olayların ardından geliyor. 18 yaşına kadar bir sarayda resmen hapis hayatı yaşıyor.18 yaşına girdiğinde bir gün sabaha karşı Kral'ın öldüğü haberi ve onun artık kraliçe olduğu haberini getiren iki kişi tarafaından uyandırılıyor. Başta çevresindekiler, tecrübesiz ve kraliçe olmak üzere yetiştirilmediğinden dolayı, onun tahtı haketmediğini düşünüyorlar. Ama Victoria, öğrenmeye açık ve kendisini geliştirmek isteyen birisi olunca kimse onu engelleyemiyor. Prens Albert'la tanışmalarını ve evliliklerinden de bahseden filmimiz, Prens Albert'ın öldüğü tarihle son buluyor. Kraliçe Victoria, o günden sonra yaklaşık 40 yıl siyahlar içerisinde yas tutarak geçiriyor. İngiltere tarihinde en uzun süre tahtta kalan hükümdar ünvanını hala elinde tutuyor Kraliçe. Prens Albert'la 9 çocukları oluyor ve hepsi de Avrupa'nın çeşitli saraylarında evlilikler yaparak soylarını sürdürüyorlar. Sanırım Avrupa kraliyetlerinin hemen hepsi hala bu soydan geliyorlar.
Böyle bir dönemin filminin yapılmasını çok mantıklı buldum. Dile kolay 64 yıllık bir hükümdarlık ve aslında İngiltere'yi "Güneşin Batmadığı Ülke" haline gelmesinde çok katkısı var. Ayrıca sanatta da bir döneme adını vermiş ve kendi dönemine has mimari eserler ve sanat eserleri var. Çok hoş gerçekten.

Umarım filmi sizler de beğenirsiniz. Şimdiden iyi seyirler...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Istanbul'dan KAÇMAK İstiyorum...!!

19 Nisan 2010 Pazartesi 0
Eveeeet, bugün bahsedeceğim site: http://www.istanbuldankacmakistiyorum.com/. Yoğun iş hayatından bunalıp 3 yılı aşkın bir süredir eşiyle ve çocuğuyla birlikte Bodrum'da yaşıyormuş ve halinden de çok memnunmuş. Bir form doldurmanızı istiyor sadece. Burada kalmak istediğiniz yeri seçiyorsunuz ne kadar fiyat aralığında olduğunu vs. bir takım bilgiler dolduruyorsunuz. Sonrasında, sizin için o aralıklardaki alternatif kiralık evleri bulup tatilinizi mümkün hale getiriyor. Dilerseniz hayalinizdeki yazlığı satın almanızda da yardımcı oluyormuş. Güzel bir şey yapmışlar, bir gün buradan yararlanmayı düşünüyorum.. :)

Yaratıcı Beyinlere Hastayım..bununla ilgili BILLBOARD örnekleri..

Ankara'da arabayla gezinirken, özellikle trafikte, gözüme en çok takılan şeylerden birisi billboardlar oluyor. Hatta oraya günlük gazete falan koysalar koca puntolarla, utanmasam olduğum yerde durup onu da okuyacağım. Öyle bir merak işte benimkisi de, yolda bir yazı görünce okumadan duramıyorum. Bu merakım uzuuuun yıllar önce ilkokul 1'de okuma-yazma öğrenmemi hızlandıracağını düşünmemle, bir şeyi kavrayıp bunu uygulama hastalığımın da etkisiyle başlamış oldu(artık o ne demek ben de açıklayamayacağım biraz karışık çünkü)..ehh alıştım hani, görsel merak da işin içinde..çaresiz bir şekilde okuyup hafızama kazımaya başladım belli başlı şeyleri.. Mesela yol tariflerinde de biri bana sokak cadde adı söylerse hayatta anlamam; mutlaka şu afişin yanındaki yer veya şu restorantın yanı, kafenin karşısı vs. öyle şeyler demeleri gerekir.
Her neyse lafı uzatmayalım konudan da sapmayalım..:)
Işimden dolayı da bu aralar billboarda merak salar oldum, kimlerin elinde ne ne yapar, neden yapar, ne kadara, ehh bunlar hep mi böyle olmak zorunda derken derken... Ankara'da yaratıcılığın azıcık(neeeyyy azıcık mı...böyle politik olmalarla nereye kadar:p) ölü olduğuna karar verdim. En çok İstanbul'da görüyorum bu tarz yaratıcı billboard reklamlarını, artık ışıklandırmalar mı dersin, üç boyutlu adamların ordan oraya zıplamalarını mı takip edersin bilinmez, dikkat çekmek için biraz da çılkını çıkartarak (ama çok da abartmadan tabii) bu işi güzel şekilde son senelerde uygulamaya başladılar. Darısı Ankara'nın da başına diyor...Dünya'da yaratıcı bulunan görünce bayıldığım billboardları sizlerle paylaşıyorum izninizlen..Sevgiler..saygılar :)

17 Nisan 2010 Cumartesi

Güzel Bir Haftasonu İçin Gerekenler

17 Nisan 2010 Cumartesi 4




15 Nisan 2010 Perşembe

Şaştım Kaldım...:))

15 Nisan 2010 Perşembe 0
Akşam radyo dinlerken, radyo da tuhaf bir haber duydum. Böyle bir şey gerçek olsa ne olur diye düşünmeden edemedim. Şu İngilizler'in kalın kaşlı, saçı başı dağınık, yaşlı başlı, sesiyle insanları şoka sokan teyzesi, Susan Boyle bir açıklama yapmış ve hayatta en çok istediği şeyi dile getirmiş. Neymiymiş en çok istediği şey?? Hazır olun, sıkı durun!!! Susan Boyle, Lady Gaga ile düet yapmak istediğini açıklamış!!!!! Şok oldum. Görünüş olarak tamamen zıt iki insan. Şöyle Telephone gibi bir klipte, Beyonce'nin yerine Susan Boyle'ı hayal ettim. Ve olamayacak bişey olduğuna karar verdim. Ama bir de bakmışız Lady Gaga'nın bir sonra ki çılgınlığı da Susan Boyle'la düet yapmak olur.Sİzce
Bu ikili ne kadar tutar??

Lady Gaga Klipleri...

Son iki yıldır ülkemizde birçok kişi tarafından takip edilen Lady Gaga; şarkılarından ziyade yarattığı görsel şovlarla insanları kendisine bağlıyor. Çektiği kliplerin hemen hepsi film tadında. Senaryoları ve iyi yönetmenleri var ve en öenmlisi Lady Gaga'nın hayal gücü var. Son yıllarda bu kadar üretken bir şarkıcı ya da sanatçı (demeye pek dilim varmıyor ama öyle olsun). Kliplerini gerçekten çok zevk alarak seyrediyorum. Kendisi son çıkan "Telephone" adlı şarkısna çektiği kliple de olay oldu, herkesin dilinde; herkes birbirine "klibi gördün mü?" diye soruyor. Klip çıkmadan baya uzun zaman önce Lady Gaga, Facebook üzerinden kliple ilgili resimler ve kısa görüntüler paylaştı. Bizlerin ağzına birer parmak bal çaldıktan sonra; biz klibi heyecanla bekledik. En sonunda yayınlandı, ama ülkemizde ve eminim daha birçok ülkede sansürlenmiştir. Hatta ABD'de bile biraz dokunulmuştur klibe. Çünkü, klip sınırlarda geziyor. Gaga'nın göstermediği yeri kalmamış. Hemen bir tane "Clean Version" çıktı. Bu daha edepli=)). Bundan önce çektiği "Bad Romance" klibide küçük bir sansüre uğramış. Geçenlerde Dream Tv'de izlerken farkettim, Gaga'nın klibin sonuna doğru ayı postunu üzerinden atıp kalçalarını gösterdiği sahnenin yerine başka görüntüler gelmiş. Bakalım sevgili Gaga daha neler yapacak. Kendisi herkesin bildiği gibi çok çılgın, sınır tanımayan bir kişilik. Paparazzi'nin ardından devam klibi gibi olan Telephone geldi. Bakalım bundan sonra gelecek olan hangisi olacak?? Hep beraber göreceğiz...

Yeni Çıktı!!!


O kadar yazı yazdıktan sonra görmüşsünüzdür, benim bir tarih ve Tudors delisi olduğumu. Phlippa Gregory'nin 6. kitabı da Türkçe'ye çevrildi. Nisan ayının başlarında yayınlandı. Bakalım serinin diğer kitapları kadar çok ilgi görecek mi?? Meraklılarına iyi okumalar. Bitirince kitabı onu da yazarım kısacık=))

14 Nisan 2010 Çarşamba

Sıska Bacaklar

14 Nisan 2010 Çarşamba 0

"Kalbim bir üçüncü dünya ülkesi. Senin aşkın İsviçre'den gelmiş bir turist."

13 Nisan 2010 Salı

AMAT

13 Nisan 2010 Salı 4
İhsan Oktay Anar'ın 2005 yılında yayınlanan kitabı , Amat'ı henüz okudum. Amat'tan birkaç yıl önce Suskunlar'ı ve Puslu Kıtalar Atlası'nı okudum. Bu iki kitabı okurken çok eğlendim. İhsan Oktay Anar'ın çok hoş bir tarzı var. Osmanlıca kelimeleri oldukça fazla kullanıyor. Kitapları okumaya başladığınız ilk anlarda biraz zorlanıyorsunuz. Çünkü bilmediğiniz, ilk defa gördüğünüz onlarca kelime birarada. Ama kısa sürede bu kelimelere de alışıyorsunuz ve kitap gayet eğlenceli bir halde ilerliyor.
Amat, Osmanlı'daki gemilerden biridir. İsmi, İbranice de "gerçek" anlamındadır. Gemi pek hayırlı olaylara sahne olmamış, önce birkaç küçük çatışma geçirmiş, sonra da ganimet olarak aldığı başka bir gemiden gelen vebayla, tayfanın hemen hepsi kırılmıştır. Geminin akıbeti ile ilgili kimse bişiler bilmemektedir. Ancak çeşitli alimlerin ve delilerin kaleme aldıkları eserlere göre çeşitli sonları vardır.
Ben Amat'tan, Suskunlar ve Puslu Kıtalar Atlası'ndan aldığım zevki alamadım. Belki de denizciliğin benim dikkatimi çeken birşey olmayışındandır. Bu romanların hepsi, birer kurgu, zaman kavramı belirsiz. Şöyleki dönem Osmanlı dönemi, ama hangi yıllarda geçtiği belli değil. Ama kurguları çok başarılı. Çok fazla karakter olmasına karşın, hepsi birbiriyle ustalıkla birleştirilip müthiş bir ağ kurulmuş.
Bunlar benim naçizane görüşlerim; belki sizler okur beğenirsiniz ya da zaten okumuş ve beğenmiştirsiniz...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Gülse Birsel ile Turkcell'li Hayat

12 Nisan 2010 Pazartesi 2
Turkcell'li hayata hoşbuldukkk :)) Kah anlatıcı kah konu mankenimiz Gülse Birsel teknolojik kolaylıklardan bahsedip bunları uygulamalı olarak bizlere sunuyor. Yol kameralarından canlı takip edebildiginiz bir trafik eklentisi..Dizi izleme seçenekleri..Bunun sonu yoooooook!! Otobüs bekliyordum ana haberi alamadım derken ki hali inanılmaz bu arada..gülmekten öldüüüm!!! Sonracığıma diğer reklamında da bahsettiği konu; pusula seçeneği üç boyutlu nerede olduğunuzu gösteren ayrı bir sistem. Hooop istediğin yer anında o anda hangi eczane açık ne nerede bir tuşla elinde..Turkcell kendi çalışma alanını kurmuş bu arada..Iphone reklamını da yapa yapa bir hal oluyor. Bayılıyoruum teknolojiye. Ama iyi amaçlar için kullanılması koşulu ileee. Ayyyyh HAYAT ÇOK ZOR :):)
Kısacası...Turkcell her zamanki gibi farkını ortaya koydu. Tebrikler!! :)
p.s.Gülseciiiiim,ben Burhan Altıntop'u, Şahika'yı özledim. Kısacasııı Avrupa Yakası gibi bir dizi yooook yook. Senin bir el atman lazım yine bu sektöre..öksüz kaldık:))

11 Nisan 2010 Pazar

Yüksek Topuklar

11 Nisan 2010 Pazar 1
Jak and Jil'de gördüğüm bu ayakkabılar çok hoşuma gitti. Zaten ayakkabı fetişisti olduğunu söyleyen Tommy Ton da Prada'nın resort 2010 koleksiyonuna ait bu güzel platform ayakkabıyı atlamamış. Acaba nasıl giyilmiş onu da merak ettim, fotoğrafın üst tarafı yani. Çivit mavisi bir çanta süper olurdu diye düşünüyorum.

9 Nisan 2010 Cuma

Biri Bu Yarışı Bitirsin Artık!!!

9 Nisan 2010 Cuma 0
2007'de vizyona giren, bir çizgi romandan uyarlanan, "Son Osmanlı-Yandım Ali"de Atatürk'ü canlandıran Alican Yücesoy'un, bu rolüyle kıvılcımlanan; hemen ardındanda 2008 yılında vizyona girip oldukça eleştiri toplayan, hem olumlu hem olumsuz, Can Dündar'ın "Mustafa" adlı belgesel-filminin ardından, kocaamaaaan, herkesin birbirinden daha üstün olmaya çalıştığı bir yarış ortaya çıktı. Bu yarışın asıl konusu, kim daha güzel Atatürk'ü canlandıracak. Öyle ki Hollywood'dan bile olaya karıştılar. Kevin Costner, kendisinin Atatürk'ü canlandıracağı bir film çekileceğini söyledi, ki ortada hala öyle bir film yok. Ardından İş Bankası'nın reklamında, Haluk Bilginer, canlandırdı Ata'mızı. Güzel bir maskeyle, gayet güzel canlandırılmıştı, ama yine eksikler vardı.Daha sonra, "Şu Çılgın Türkler"le satış rekorları elde eden, Cumhuriyet, Kurtuluş gibi, Cumhuriyetimizin tarihini gayet güzel anlatan filmlerin senaristi, Turgut Özakman, işe el koyduğunu açıkladı. Bir film çekilecek ve en iyi "Atatürk" onun ki olacaktı. Peşinden, Zülfü Livaneli'nin çektiği " Veda"nın "Atatürk"leri bu yarışa katıldı. Atatürkleri diyorum; çünkü, Ata'mızı birden fazla aktör, canlandırıyor. Ve bir ya da iki ay önce yine bir İş Bankası iştiraki olan, Anadolu sigorta reklamı geldi. Reklamda Atatürk'ü deprem sonrası enkazlar arasında gezinip, halka hal hatır ederken görüyoruz. Bana göre, eğer olay sadece Atatürk'e benzemekse , en çok benzeyen bu reklamdaki görüntüleriydi. Bu reklamda Ata'mızı, kendi topraklarından, bir Makedon canlandırıyor. Oyuncunun adını bilmiyorum, çokta ilgilendirmiyor zaten.
Bu kadar çok "Atatürk" karakterinin gösterildiği bir dönemde, insanların akıllarında yer edinen "Yüce İnsan" profilini zedeliyorlar, bence. İster çok başarılı senaristler işe el koysunlar,ister çok yetenekli oyuncular Ata'mızı canlandırsınlar, hiç biri gerçek değil, çok da belliler. Sonuçta, sadece birer maske var yüzlerinde. Önemli olan bence, o maskeyle Ata'mızı canlandırmak değil. Ata'mızın o saygın duruşunu sergileyebilmeleri. "Cumhuriyet" ve "Kurtuluş"ta Rutkay Aziz'in yüzünde bir maske hatırlamıyorum. Ama filmde asıl sergilenen Ata'mızın duruşu olduğu için göze batmıyor.

Sözün özü, Ata'mızı bile bir yarışın içine soktular. Ona yüz olarak benzemek birşey ifade etmiyor. Önemli olan onun fikirlerini, düşüncelerini benimseyebilmek. Bir maskeyle başlayan bu yarışa biri dur desin!!! Bence gittikçe çirkinleşiyor...

Ziller eşliğinde geçen günler..Ey gidi öğrenci yıllarım mı demeli yoksa:P

Çalıştığım yere çok yakın bir ilköğretim okulu var. Her saat başı zil sesleriyle irkilip kendime geliyorum. 'Uhah dev adam 12 dev adam' diye her çaldığında bunu içimden tekrarlamaktan şimdiden yorulmus olsam da alışmaya çalıyorum. En kötüsü de Mozart veya Beethoven'dan bir parça çalarken aradan bir kadın sesinin girip din dan dongg öğrenciler için teneffüs vakti demesi. Ne uyuz, aman ne saçma. Sevmedim işte!!! Benim zamanımdaki gibi ZIRRRRRRRRRRRRR tarzı öten ziller olmalı yine. Öğrencinin içindeki o coşkuyu uyandıracak 'Yaşasın teneffüüüüüüüs!!!' diye çığlıklar atmasına neden olacak bir şeyler olmalı. Mozart çalarken ne kadar zıplayıp hoplayabilirsin ki. Mehh.. Olay budur!

7 Nisan 2010 Çarşamba

KL ve Coca Cola Light

7 Nisan 2010 Çarşamba 2

KL: 'Coca-Cola Light icip sebze yedim, öyle kilo verdim' desin..sonra da hooop cıksın Paris sokaklarında tasarım siseleri..lukur lukur icilsin. O da bir güzel satılsın 4,70 papele. Hayırlı isleeeeer! Bir AW iki KL..beni mezara gömerler vallahi..masallah!

ADIDAS Celebrate Originality

Yeni reklamını izledim demin, daha önceki reklama benzer bir conceptte olmus ve orada kullandıkları Begging sarkısı gibi cok güzel bir sarki calıyor arka planda..'Dee Edwards-Why Can't There Be Love?' Ünlülerimiz bolca mevcut.. 1 dakika boyunca ayakkabıları seyre dalıyorsun. İnsanlar oradan oraya hop hop gidiyor, zaman nasıl gecti anlamıyorsun. 'Bir home party yapamadim söyle' diye özenmeme neden olsa da..cok guzel olmus. Bu tarz reklamları seviyorummmmm !!

bu da reklamda görüp beğendiğim ayakkabı :)

6 Nisan 2010 Salı

Söz Ver....

6 Nisan 2010 Salı 0

Söz Ver Göksel'in aynı adlı albümünün en sevdiğim şarkılarından biri. Firar albümdeki en sevdiğim şarkı. Ama Söz Ver çok farklı, çok gerçek, çok içten yazılmış. Sevgilinin öküzlüklerine dayanamayan ama aşık olan bünye daha fazla sabredemeyip patlak veriyorsa bu şarkı birebir. Depresif anlarda insanı bunaltabilir ama çok güzel yazılmış ve Göksel'in sesiyle daha bir güzel oluyor. Bunaldıkça dinleyin daha bir bunalın :)



küstüm dağlara kimin umrunda
ne yaptımsa hep bu canıma
bedeli bu aşksa
kızdım dünyaya sensiz hayata
yalnızlığım dokundu bana
bedeli bu aşksa

söz ver bana söz ver
unutursan eğer üzülürüm
dön gel geri dön gel
geç kalırsan eğer bozulurum

gördüm rüyamda seni yanımda
dayan dedin çok zor ama
bedeli bu aşksa

söz ver bana söz ver
unutursan eğer üzülürüm
dön gel geri dön gel
geç kalırsan eğer bozulurum

gönül bahçesinde soluyor güller
ömür telaş içinde geçiyor günler

Royal Tennenbaums


Arıza tipleri seviyorum. Wes Anderson'ın bu filminde ise bolca var. Favori sahnem Margot'nun parmağını nasıl kaybettiğini anlattığı sahne. Ve yine Margot'nun sırtından çıkarmadığı kürkünden ve Pagoda'nın pembe pantolonundan istiyorum.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Beşpeşe

5 Nisan 2010 Pazartesi 0
"Bildiklerimiz durmadan değişiyor, her bildiğimiz durmadan yeni bilinmezlere sürüklüyor bizi. Oyunlara katılıyoruz, bilir bilmez. Ve en masum bir seksek oyununun üstüne altıncı kattan bir anne düşüyor. KAMA!
Şu bebeği atsam. Kaldırıma çarpıp bin parça olsa...kendi canımı kurtarabilir miyim?"



"Bugün epi topu bir gün ömründe, nice günler içinde tek bir gün sadece. Ne kadar değiştirebilir ki hayatını günbatımından gündoğumuna kadar geçen süre? Zehra tedirgin. Cevabı vermese de sezebiliyor. Bir tek güne sığdırabilirsin bir ömür boyu titizlikle inşa etmek için uğraştıklarının tek fiskede yıkımını. Yıkmak kolay olduğu için değil, yıkım daha fazla ertelenemeyeceği için..."

4 Nisan 2010 Pazar

Cok Filim Hareketler Bunlar

4 Nisan 2010 Pazar 0
Izledigimizde 'ilk yarisinda bitseydi keske, daha guzel olcakmis' diye dusundugumuz bir film olmus. Ikinci yarida o kadar cok sıkıldık ki sürekli saate baktık ama; ilk yarıda baslangictaki parmak sıklatma sahnesi, sonracıgıma sivrisineklerin istilasının anlatıldıgı vızvızz sarkılarıyla bizi gulmekten yerlere yatirdigi bölüm, fragman:this is KİLYOOSS!!, ehh bir de artık klasik haline gelen hıyarlı babanın oldugu sahneler inanılmazdı.
Peki o zaman esas soru; izlemeye deger mi...?? Hmm, cok iyi olmamakla birlikte, aslinda biraz daha beklenip televizyonda izlenilmesinin daha mantikli olcagini dusunuyorum.

Adınla Çağır Beni


"Daha sonra değilse, ne zaman?"

The Bird and The Bee-Interpreting the Masters Volume 1: A Tribute to Daryl Hall and John Oates

Bana gore, indie/pop muziginin birkac yıldızından biri..bayılıyorum kendilerine!! Grubun uyeleri: Greg Kurstin ve Inara George. Ilk albumlerini 2007'de cikardilar. Bu sene de Mart ayının sonlarına dogru, ucuncu albumleri olan: Interpreting the Masters Volume 1: A Tribute to Daryl Hall and John Oates cıktı.
Sarkılar, Hall&Oates'in coverlari.. Bir tanesi; Maneater, 1981 Billboard Hot 100'de 1 numara olmustu. Sırasıyla:

-Heard It on the Radio
-I Can't Go for That
-Rich Girl
-Sara Smile
-Kiss on My List
-Maneater
-She’s Gone
-Private Eyes
-One on One
80'lerin sevilen sarkılarını coverlamıslar. Begenip begenmemek size kalmıs. Ben en cok ilk iki sarkısını sevdim.

2 Nisan 2010 Cuma

Yeni Nesil Ayşe Teyze...

2 Nisan 2010 Cuma 0

Bugün arkadaşlarımla sohbet ederken, küçüklüğümüzde reklamlarda gördüğümüz ACE reklamından tanıdığımız Ayşe Teyze'den bahsettik. Hala reklamların döndüğünü, ama Ayşe Teyze'nin eskisi kadar popüler olmadığını konuştuk. Ama Ayşe Teyze, hala ACE deyince akla gelen ilk isim, ilk yüz. Eminim, vakt-i zamanında annelerimiz kendisini örnek bile almışlardır.



Bugünlerde, televizyon ekranlarında yeni bir deterjan reklamı yer alıyor. Bingo'nun yeni reklam starları, Selena olarak tanıdığımız Sinem Kobal ve annesini görüyoruz. Anne Kobal, Ayşe Teyze'ye göre daha modern ve kızıyla yer aldığından biraz daha gençlere hitap eder halde. Ama Sinem, bizlere nasıl örnek olabilir orası kocamaaann bir soru işareti. Reklamlar da fena sayılmaz. Çekimleri de gayet hoş. Anne Kobal, Ayşe Teyze, kadar başarılı olabilir mi bilinmez... Uzun zamandır, hasret kaldığımız, nezih anne yüzünü de TV ekranlarından bize gösterdikleri için teşekkürler.

Villa Meçhul


"Neyse odur. Neysen osundur. Hata diye bir şey yoktur."

Norah Jones'la Bahar Karşılama


Akşamlarım pek huzurlu geçiyor. Zira sevgilim Norah şarkılarını söylüyor. Ben de romanımı yazıyorum. Norah'nın öyle tatlı öyle yoğun bir sesi var ki ekmeğe süresim geliyor. Bunaldığımda, ara... ara... diye bağırasım geldiğinde huzur veriyor. "Come away with me" albümünün birbirinden güzel parçalarından bir tanesi "Feeelin the same way." Sanki ayağa kalk hadi yevrum, geç bunları yeni şeyler lazım diyor. Tabi Norah akıllı bir kız. Bunu daha güzel söylüyor. Manalı sözler ve böyle güzel bir ses. Dinleyince bir sakinlik, bir mutluluk. Yanında tarçınlı karanfilli yeşil çay. Evet yaşlandım.

The sun just slipped it's note below my door
And I can't hide beneath my sheets
I've read the words before so now I know
Time has come again for me

And I'm feelin' the same way all over again
Feelin' the same way all over again
Singin' the same lines all over again
No matter how much I pretend

Another day that I can't find my head
My feet don't look like they're my own
I'll try and find the floor below to stand
I hope I reach it once again

And I'm feelin' the same way all over again
Feelin' the same way all over again
Singin' the same lines all over again
No matter how much I pretend

So many times i've wondered where i've gone
And how i found my way back in
I look around awhile for something lost
Maybe i'll find it in the end

And I'm feelin' the same way all over again
Feelin' the same way all over again
Singin' the same lines all over again
No matter how much I pretend

Feelin' the same way all over again
Feelin' the same way all over again
Singin' the same lines all over again
No matter how much I pretend
No matter how much I pretend

Hayatın Soundtracki


Dizi Güncesi ya da Bir Şizoidin Seyir Defteri

Ah ah isterdim ki dizi demişken yabancı ve güzel dizilerden bahsedeyim. Ama lostun 6. sezonuna başlamadım. Ne oluyor adada, parelel evrenler kime girdi, Kate kime varacak, yoksa yok muyuz lan ya da babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi diye sormaktan yoruldum, izlemiyorum artık. House'un çok bilmiş konuşmaları da kafamı dümdüz ediyor. Dexter'ı 2. sezonda, Gossip Girl'i 3.sezonda, Nip Tuck'ı 5.sezonda bıraktım. Bana kötülerin kanser olduğu, iyilerin birbirine kavuştuğu, çok soru sormadan izlenecek, banal türk dizileri lazımmış meğer.
Türk Malı mesela. Hiç komik gelmedi bana. Binnur Kaya'ya bile gülemiyorum. Nerede bir Şahika, Nazire; Nerede Abiye... Zaten 2 saatlik sitcom mu olur ya (Avrupa Yakası'nda biraz oluyordu ama) burada olmuyor. İfadesiz izledim. Şafak Sezer'i sevmem zaten. Bir de Türk malıymış güya. Hiç de değil. Böyle bir aile yok Türkiye'de. Haluk ve Meltem ne kadar Türkse Erman ve Abiye de ancak o kadar Türktür. Bugüne kadarki en gerçek Türk çifti Yedi Numara'nın Vahit ve Zeliha'sıdır.
Aşk ve Ceza akılara seza. Sayın Ayfer Tunç bölümlere sırtımdaki bıçak, g.tümdeki lansman gibi edebi başlıklar bulacağınıza biraz düzgün diyaloglar yazsanız ya da Nurgül Yeşilçay biraz insana benzese. Bu kadar yapaylık mı olur? Güya çocuğunu seviyor da sarılıyor ama sanırsınız bir avuç tezek tutmakta kucağında. Aynı şekilde Savaş ve Yasemin aşkı da bir o kadar çiğ ve inandırıcılıktan uzak. Tek kullanımlık vajinaya sahip reklamcı Yasemin ve anladığım kadarıyla sayın Tunç'un ideal erkeği postmodern küheylan ağa Savaş'ın aşkı sadece mide bulandırıcı ve modern zamanların yansıması.
Aşk ve Ceza bu kadar suniyken aynı kanalın bir başka dizisi Canım Ailem bir o kadar gerçek. Sadık izleyicisi değilim. Mesela Samim ve Meliha hala niçin evlenemiyorlar anlamıyorum ya da Feride ve Halim aşkı ne zaman başladı bilmem ama o kadar sahiciler ki. Ezgi Mola ve İlker Aksum rollerini adeta yaşıyorlar. İlker Aksum Halim oluyor. Ezgi mola ise tüm samimiliğiyle oynuyor yani bir Seyhanım dediğinde kardeşine sanıyorsunuz ki gerçekten kardeşler. Öyle bizden, candan yani.
Ve hayatımın anlamı, sıkıcı evliliğimin oyuncağı Aşk-ı Memnu. Artık geri sayım başlamışken diziyi nasıl uzatabiliriz diye düşünmekte senarist teyzeler. Hiç mi bir şey olmaz yahu.
Nihal salonu yenile, Adnan çiftliğe git, Matmazel uzaklara dal, Beşir öksür.
Ah Bihter ah. Suitlere verdiğin parayla Cihangir de ev alırdın kızım de hangi parayla yapıyon bunları anlamadım. Daha önce amcasının parasıyla tutttuğu taş evde amcasının karısını s.ken Behlül'den sonra Bihtercik de terk ettiği kocasının parasıyla firar etmekte. Yoksa 140bin liralık gerdanlığı mı bozdurdu ya da dizaynır kıyafetlerini e-bayden satıp öyle mi geçiniyor?


Firdevs Hanım'a ne demeli? Çetin Özderle olan aşkı Nermin Bezmen'in iflah olmaz 31ciler için yazdığı Sır romanını hatırlattı bana. Viyana gezileri, "gutentag frau yöreoğlu" hitapları, her daim iltifat. Bir ara senaryoyu Mrs. Bezmen yazdı sandım. Aşka aşık kadınların yerli Maeve Binchy'si. Coty parfüm şişeleri, mısır ipeği çarşaflar, tiffany mücevherler. Anladık zenginsiniz. Yalnız o kadar para kazanan dizi bari gerçekten Viyana'da bir iki çekim yapaydı. İstanbul'un hip otellerinden birinin suitinde ve bir rehabilitasyon kliniğinin bahçesinde çekim yapılmış ahanda Viyana olmuş.
Bir de Firdevs Hanım'ın ariel ile yıkanan kıyafetleri iyice delirdi. Pornografik bi şıklık oldu. Son giydiği haute couture elbise pek abartılı katır kutur bi şeydi. Bir gün param olduğunda ben de Elif Cığızoğlu'nun heykelsi formlu elbiselerinden alacam kendim giymesem de damacanaya giydiririm süs olur.
İşte böyle. Pelin Batu gibi sıkıldım ve vücudum attı. Dağılmış vaziyetteyim ama öyle Serena van der Woodsen gibi içip içip sızmak, Versace yatında üstsüz güneşlenmek gibi society hoppalıklarla dağıtamıyorum. En iyisi pembe tütü eteğimi giyip yağmur altında koşayım nilkaraibrahimgil gibi. Bugün yağmur yağar mı acaba?

Tarifi İmkansız Bi Şey!!!


Browni intense yüzde 40'lık çikolata oranıyla çikolata krizlerinin yeni ilacı oldu. Bu başarılı abur cuburun reklamı da gecikmedi. Demet Evgar gözleri kapalı olarak browni intense'i tadıp nefasetten deliriyor. Ne la bu diyor, kek mi çikolata mı tarifi imkansız bi şey diyor sonunda. Gerçekten leziz bir ürün olmuş. Ama daha önce de browniyi hayvan gibi yiyen insan reklamlarından sonra şimdi de bu. Sürekli bir haz duygusu. Magnum da küçük magnumcuklarının reklamında minik hazlar diyor. Neler oluyor yahu? Çikolata yiyip kuduruyor mu insanlar anlamadım gitti. Reklamlar da bir tuhaflaştı sanki. Nerede o Oralet Osman'ın naifliği...
 
◄Design by Pocket