29 Haziran 2010 Salı

Geliyorrr..geliyorrr..IMOGEN HEAP geliyorr!!

29 Haziran 2010 Salı 0
Şu fani dünyada derdim ki 'acaba bir gün kendisinin canlı performansını izlemek nasip olacak mı??'.. Kısmet bugüneymiş. İnşallah yine bir aksilik çıkmazsa(!) gitmeyi düşünüyorum.(One Love Festival'e de gidemediğim için giden kimseyi sevmiyorum sevemeyeceğim üzgünüm:p)

17. Uluslararası İstanbul Caz Festivali (1-20 Temmuz) 'nde Yeni Ozanlar bölümünde Imogen Heap geliyor.. 10 Temmuz cumartesi saat 21:00'de İstanbul Modern'de gerçekleşecek konserde; biletler ayakta tam 40, öğrenci 28 lira. Orada kendimi dahil edip giden kişilerden de biri ben olurum diye ümit etmekteyim :))
The Walk şarkısını seçmek geldi içimden şu anda. Diğer şarkıları için de göz atmak isterseniz: http://www.myspace.com/imogenheap
Kesinlikle benim için genius kişiliklerden.. Müzik konusunda kendini aşmış inanılmaz renkli birisi.. Tapılası bile diyebilirim hatta. Her zaman böyleleri çıkmıyor, çıkamıyor!! Yetenek, zeka hepsi bir arada olunca...yapacak bir şey yok :))

28 Haziran 2010 Pazartesi

Planet 51

28 Haziran 2010 Pazartesi 0
Başta gitmekte biraz tereddüt ettiğim, ama izlemeye başladığımda büyük keyif aldığım bir film, Planet 51. Bugün henüz izledim. İzlemekte tereddüt etmemin sebebi, fragmanını dahi izlememiş olmamdı.
İspanya, Amerika, İngiltere ortak yapımı olan animasyon filmimiz, Gezegen 51 adlı gezegene inen bir uzay gemisinden inen astronotun, gezegen sakinleri(bize göre uzaylılar) tarafından uzaylı olarak görülmesi üzerine kurulu. Genel Amerikan uzaylı filmleri çerçevesinde korkuttuğumuz uzaylılar, insanı uzaylı olarak görüp, ondan korkarlar, ve Gezegen 51'in askeri birlikleri işe el koyar. Amaçları, uzaylıyı (astronotu) yakalayıp, incelemek. Onlar da bizim gibi, uzaylılardan çok korkarlar ve kendilerini zombiye çevireceklerine inanırlar ve kaçarlar. İçlerin birisi, Lem, istemeyerek de olsa uzaylıya yardım eder ve Gezegen 51 halkına uzaylıların kötü olmadığını gösterir.
Film de, hepimizin çok aşina olduğu Steven Spielberg'in E.T'sine ve Frank Sinatra'nın "Singing in the rain"e atıfta bulunulmuş. Bunlar da gerçekten filme daha bir eğlence katmış. Ben filmi çoook beğendim. Sizlere de tavsiye ederim. Umarım sizler de beğenirsiniz ve eğlenirsiniz. Şimdiden iyi seyirler...

24 Haziran 2010 Perşembe

Aman Allah'ım...

24 Haziran 2010 Perşembe 0

En çok sevdiğim ve takip ettiğim iki diziden iki karakter hayatımdan çıkıyor. Napacağım ben şimdi?? Bu gece bihter terk ediyor beni, 2 bölüm sonra da Henry... Beni yalnız bırakmayın a dostlar:)))



VIII.Henry(bir adet pez...)

Bihter Ziyagil (Tek atımlık çıtır)

Eric Clapton & Steve Winwood Konseri

Ben diyorum bir şey yazmayı unuttum ama ne acabaaa ne derken hahh şimdi oldu. Ben Eric Clapton konserine gittim yahu.. Amcam çok yaşlanmış artık.. Performanstan çok bir şey kaybetmemiş ama sağolsun.. Aslında aklımda hiç de gitmek yoktu yani..Fazladan bilet vardı ve dahil olmuş buldum kendimi bir anda.. Bu arada yeri milyon kere değiştiği için burada 'santralistanbul' yazıyo ama ona aldanmayın..Kuruçeşme'de gittik gayet. Girişte tipik korsan bilet satanlar.. Bir yandan vapurla gelen VIP kesim..diğer yandan 'kalabalıktan ve curcunadan nefret ediyorum off hep ayakta mı kalcam ben şimdi' diye yakınmalarımdan konserden pek bir şey anlayamadım. Havai fişek kısmı güzeldi sonracığıma... Herkesin o konserde görevli olması bir tuhaftı(sanırım biri fena halde arkadaşlarına hava atmışş!!?), insanların saçma salak şeylerden kavga etmeleri de eğlenceliydi(bu arada koskoca alanda tuvalete gitmek için köşede kalırsanız vay halinize..bin kişiyi aradan yardırmanız gerekiyor:p), hamile kadın her hopladığında da benim içim gitti bir şey olacak diye..(neyse ki ambulans kapıda bir şey olmaz diye yatıştırdım kendimi..) Bitti bu kadar. Güzeldi. Hoştu. Ha bir de her şarkı bitiminde 'yavvvyuuuu' demesiyle çok eğlendim. Sanırım teşekkür etmeye çalışıyordu  ama tuhaf bir ses çıkıyordu ortaya..Sonradan eski videolarını izledim. Meğer, onun huyu böyleymiş. Bilememişim.. Herkes sarhoştu, bir ben mal gibi ayıktım, ondan çok bir şey anlamayıp o atmosferin içine kendimi dahil edemedim:p Eric IN, Elif OUT :))

Bugüne özel..

Hayatta her an her şey olabiliyor. Kendinle ilgili bir hikaye anlatmaya başladığın zaman hop bir başkası hemen kendisinden bahsedip 'benim de hayatım senin sandığın kadar güzel değil' diye başlıyor yakınmaya.. E, elinde de bir adet mendil mevcutsa arkadaşınla onu paylaşmaya razı oluyorsun bir şekilde.. Mükemmelliyetçi olmam kadar çok çekmedim hiçbir şeyden. Bu özelliğimi saklamak için popomu yırtsam da yine bir yerden zortluyor ve beni kara bir deliğin içine mahkum etmesini biliyor sağolsun. Hata yapmadan hayat geçer mi?? E, tabii ki de geçmez. Ama sen gel de onu benim karakterime anlat, onu bir güzel yont. Aslında şu anda baya bir iyi durumdayım. Hani bile bile hata yapıp sonra da onu nasıl düzelteceğimin hesaplarını, hata yapmadan önce hesaplasam da(neyse bu kısımları çok kurcalamayalım:p). Artık kendimi aşmış durumdayım (hani deli psikopat çok... Ama benim kimseye zararım yok. Ben daha çok öyle eğlencelik kıvamda bir tipim işte. Koyun odanın bir köşesine kendi halime bırakın beni. Bir süre sonra bana 'ne yapmaya çalışıyor bu acaba??' deyip de kahkalara boğulmanızın garantisini verebilirim:p)
Gelelim sadede.. Bu hayatta imkansız olabilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Hani zamanı gelir hepimiz diplerde sürünürüz ama yeter ki duruşunu kaybetme hayattaki.. Her şey aynı olsa da sıkılırsın.. Her şey farklı olsa da sıkılırsın.. İnsanoğlunu memnun etmek de çok zor.. :)) Bir de zaman çok çabuk akıp gidiyor ya.. Genç olmayacaksınız bir daha. (Hani böle anı yaşamak adına bokunu çıkaranları da anlamam. Kendini sığ sefil bir yaratık yapmanın bir alemi de yok da işte..neyse.)
İki adet şarkım var benim için günün anlam ve önemini ifade edecek..

1. Maria Taylor - Time Lapse Lifeline






 



"Oh we dream a life. And it's just like, just like that, just like that, it's done.."


2. Daniel Merriweather - Impossible












"There ain't nothing, nothing, nothing impossible for your love.."


** Canım şu anda bir de Bonus Track yapmak istedi. Buyrun bakalım..

3. The Whitest Boy Alive - Intentions











"but is it better to say nothing than say something wrong? when you only want someone, when someone is gone.."


Fransız Süiti

Haftalardır bitirmeye çalıştığım, fakat kitabın katılığı, çevirsinin saçma olmasından dolayı pek de ilerlemesi beni iyice soğuttu. Bitiremedim ama yine de yazmak istedim.
Olay II. Dünya Savaşı sırasında, Alman işgali altında ki Fransa da geçiyor. O kadar çok karakter var ki, bazen okurken "Bu kim şimdi?" dediğim zamanlar oldu. Çünkü kişiler içiçe değil, sürekli farklı mekanlar, farklı kişiler, farklı olaylara geçiliyor. Kim nerde karıştırdım vallahi... Ayrıca çevirisini de pek beğenmedim. Cümle ve paragraf yapıları bana çok tuhaf geldi başlangıçta, sonra okuya okuya biraz alıştım ama tamamıyla oturmadı.
Nasıl Bestseller oldu onu da anlamadım. Belki Fransızca bilip orjinalini okusam zevk alabilir ama Türkçe'sinden hiç zevk almadım ben. Yine de okumak isteyen olabilir. Onlara iyi okumalar...

Bu Kadarı Yetmez mi??

Günlerdir bütün ülkemizin gündeminde oturan baş konuyu ele almak istiyorum. Blogumuzun konseptine çok uygun olmasa da, bıkkınlığımı, üzüntümü dile getircek tek yer burası benim için. Ahmetim ve Elifim'den de konuyla ilgili onay aldıktan sonra yazmaya kadar verdim. Hepimizin haberlerden, gazetelerden ve diğer medya organlarından bildiğimiz üzere ülkemiz günlerdir şehitlerine ağlıyor. Yıllardır süre gelen terör olayları zaman zaman tavan yapıyor. Geçtiğimiz yıllarda da aynen bu yaşadığımız olayları yaşamıştık. Üst üste kötü haberlerle sarsılmıştık.
Bu konuyla ilgili kimleri ne yapması gerektiğini, kime dert yanmak gerektiğini kimse hiç bilmedi, bilen de olmaz bundan sonra. Ülke ilişkileri değil, milliyet çatışması değil, bu bence tamamen farklı adı konmamış bir şey. Artık sadece dağda bizlerin güvenliği için çatışan, hayatlarını kaybeden askerlerimize de yönelik değil. Onların yakınlarına da zarar verilmeye başlandı. Yakında sivillere de zarar verilecek. Siviller de zarar görmeye başladığında artık fiili bir savaşa dönüşecek, ki bunu olması hiç de hoş olmaz. Savaş yok deniyor. Ortada resmi ya da tam anlamıyla fiili bir savaş yoksa bu kadar harekat, çatışmalar neden yapılıyor.
Bu yazıyı yazıp üzünütümü dile getirmeme neden olan şey, geçen gece Ankara'ya geleceğim otobüse binmeden önce bir askerin uğurlanmasına şahit oldum, yüreğim sızladı. Memleketimin, -çocuklarının yanında- ketum duran, taş kesen babaları, dedeleri bile bu kadar sesli ağlıyorlarsa artık hiç hoş zamanlar yaşamadığımızı çok rahat dile getirebiliriz. Kimse bunu saklayamaz. Asker olan gencin dedesi o kadar kötü oldu, o kadar sesli ağladı ki, duysanız kendinizi bir cenazede, bir şehit cenazesinde sanabilirdiniz. Gençler askere böyle uğurlanmamalı. Vatani göreve giden bir insan ölüme gönderilir gibi gitmemeli. Bu çok acı...
Daha fazla uzatmak istemiyorum. Ben de hemen hepimiz gibi, bu denli kötü olayların birgün bitmesini umut ediyorum. Umarım böyle olayları daha fazla yaşamayız. Daha fazla gencimiz hayatlarını kaybetmez, aileleri acılar için kavrulmaz. Allah'tan şehitlerimizin ailelerine sabır diliyorum...
(PS: Bu yazıya uygun bir resim bulamadım. Nasıl bulabilrdim ki??)

20 Haziran 2010 Pazar

Body Worlds - Orijinal Vücut Dünyası Sergisi

20 Haziran 2010 Pazar 0

Dünya'nın en tuhaf sergilerinden birisinde yer aldım geçen hafta İstanbul'a gittiğimde. Yeri çok kolay..Karaköy'de İstanbul Modern'e gider gibi gidiyorsun otoparktan girdin mi hooop karşındaki bina Antrepo 3. Arkadaşımın annesi Almanya'dayken gitmiş..kelimelerle anlatılacak bir şey olmadığına pek anlam verememiştim başta ama gördükten sonra daha da iyi anladım. Sergiden çıktığımda en büyük hayalkırıklığım yaşlanma konusuydu. 20'li yaşlardan sonra hücreler kendini yenilemiyormuş ve yavaaşş yavaşş yaşlanıyormuşsun..sistemlerin çökmeye başlıyormuş:/ Bir de ilk girdiğinizde, adam elinde derisini tutuyor. Çok tuhaf yani derimiz olmasa çirkin bir görüntümüz olurmuş. (Buna da böyle bir yorum yapan tek kişi benim herhalde. Daha bilimsel bir şeyler demeliydim burada sanırım..üzgünüm:p) At ve zürafanın kas ve iç organlarını incelemek de son derece garip bir duyguydu.(hani adam insan vücudunu bitirmiş kendini aşmış onlara da el atmış, inanamadım! Gerçi işte bilim adamı olmak böyle bir şey ehueh) Nasıl anlatsam bilemedim. Açıkçası o kasları çok gerçekçi bulmadım, hele damarlar falan iyice bir değişikti, sünger gibi! Plastinasyon yöntemi uygulanıyormuş, en son bu halini almış.. Milyonlarca kişi organ bağışında vs bulunmuş, onların sonucunda da bu sergi ortaya çıkmış. Cenin bile gördüm öyle söyleyeyim size! Kısaca bu plastinasyon yönteminden bahsetmek gerekirse (bence videoyu mutlaka izleyin ne kadar okunsa da orada izledikleriniz kadar detaylı bir anlatım olmuyor.)

Detaylı incelemek isterseniz sayfasına da göz atabilirsiniz (Aralık'a kadar sergi devam edecek. Fiyat: 21 öğrenci, 25 tam + 5 lira da tercihe göre sesli dinlemek isterseniz kulaklık alıyorsunuz): http://www.bodyworlds-istanbul.com/
Ben de plastinasyon yöntemini bu sayfadan alıp size aktarıyorum..

17 Haziran 2010 Perşembe

Sertab Erener - Rengarenk

17 Haziran 2010 Perşembe 0
sarı friendship yazısı yanlış anlaşılmasın (kitap ayracı), albümle alakası yok. ekotcuğum aldı onu bana :)

Görümcesinden şarkı alıp albümünün adı yapmasını bilmiş, SE.. Bahsettiğim kişi; Nil Karaibrahimgil tabii ki :)) Slumdog Millionnaire'deki bir şarkıyı (raquib alam/a.r. rahman) coverlamış, pek şahane olmuş, ellerine sağlık. Single olarak çıkardığı önceki albümlerden Açık Adres'in akustik versiyonu, Bu Böyle'nin ise Mustafa Ceceli remix'iyle karşımızda bu albümde. Hit şarkılar..Klibi şimdiden çekilen Koparılan Çiçekler(bu arada Sertab Erener güzelleşti mi yoksa bana mı öyle geliyor??), Rengarenk(Ekrem'le bunu defalarca dinledik arabada sanırım..çikçikiçikçikiçik..bazen her şey sararıp solar, biz hep renga rengarenk :p) , İstanbul (sen gidersin istanbul beklemez, gelirsin gidersin istanbul fark etmez..istanbul sever sen beni öpersen) dinlemeye değer. Slowlar'dan ise Bir Damla Gözlerimde şarkısı beni benden aldı..diyor ki.."bir şey eksik cümlede, yüklem mi özlem mi?..konuşamadığımız ne varsa seninle bir damla gözlerimde". Bir Varmışım Bir Yokmuşum yine çok güzel. Asla şarkısı Issız Adam'dan dinleyip de hatırlayabileceğiniz bir şarkısının(michel paul fugain-pierre delanoe) coverı. İkimiz Bir Fidanın güllleeeeer açan dalıyıııııız şarkısının coverı da mevcut. Nerdeyse bütün şarkılarını saydım galiba :)) 14 şarkı var albümde. Son şarkı Koparılan Çiçekler'in remixlerinden oluşuyor. Yani bu albüm kısaca kaçmaz! Uzun zamandır Sertab Erener'den duymak isteğim, özlediğim, 'evet, pop işte budur!!' dedirttirecek bir albüm olmuş. Ohh demeyin keyfime :))

14 Haziran 2010 Pazartesi

Soru Neydi Kaçırdım??!

14 Haziran 2010 Pazartesi 0

Kendimle ilgili bir takım şeyleri sorgularken, bu ara lanet olsun yine her bir haltı düşünecek vaktim acayip bir var... Boş işler müdürü olmamın son raddindeyim:p Sınırlarımı zorluyorum artık sanırım.. Her neyse..ben evlenebilecek en son insanım, yapamam fenalık basar dediğim zaman konuştuk baya bir dün ve şuna karar verdik. İstersen herkesi sevebilirsin. Gününü gün edebilirsin. Her şey gelip geçici sonucta. Ama çocuk sahibi olmak düzenli bi hayat kurmak için bazı şeylerden fedakarlık etmen gerekir. Evlenince o güzelligi bozmamak için de başka şeyleri çok düşünmemeye başlarsın. Haydi bakalım buradan yak. Hani birini gördün, ona aşık oldun, ömrün boyunca onunlasın gibi bir kavram yok. Sen yarın hayatındaki insanı çıkarırsan, karşına bir başkası elbet çıkar. İnsanız sonuçta herkesten etkilenebiliriz o anda.. Aşık olduğunu sanabilirsin ve başka bir dolu şey.. Bu yüzden de tekeşlilik diye bir kavram da pek yoktur... Ama hayatındaki insanın her şeyine katlanıp onunla bir çok şeyi aşmanın güzelliklerini tadınca (seni her konuda anlayan, kafa dengi bir insan bulanlar bunu daha iyi anlayacaktır) diğer kavramları gözardı etmeye başlarsın. Başkalarıyla olabilitesi olsa bile istemezsin..Çünkü hayatındaki insana değer verirsin..Belki de onun sana aynı şeyi yaptığında nasıl üzüleceğini bildiğinden bunu ona yapamazsın. Peki buna cesareti olan kaç insan var??

p.s. Şıpsevdi sakızlarını ne de çok severdim!! Bir ara çiğnediğim bütün sakızların içinden çıkan yazıları biriktirirdim. Şu an neredeler en ufak bir fikrim olmasa da:/ Aşkla ilgili herkesin söyleyeceği pek çok şey vardır elbet. Belki de tek bir doğrusu olmayan kavramlardan biri de odur :)

A Single Man...

Geçen hafta tam böyle sınavlarım bitmişken, Elif aradı. Bişiler yapmak üzere okuldan çıktık (Ahmetimizi de aradık fakat kendisi telefonlara pek cevap vermiyorr:))) . Biraz dolaştık sonra sıkıldık hep aynı yerler hep aynı yerler. Biz de eve gidip film izlemeye karar verdik. Aslında herhangi bir filmi değil, nokta arışı yaparak "A Single Man" i izlemeye karar verdik.
Tom Ford'un çektiği, Colin Firth ve Juliaane Moore'un başrollerinde oynadığı bu film, bu yıl birçok yerde çok konuşuldu. Çekimleri gerçekten kaliteliydi. ANcak filmin tek ve en önemli kusuru, herşey fazlasıyla mükemmeldi. Filmi izlerken bu kadar mükemmelliyetçiliğin beni rahatsız ettiğini farkettim. Bence birçok kişi de bundan rahatsız olmuşlardır. Film de başrol oyuncularının dışında -tahminimce- muhtelif mankenler yer alıyorlardı. Yunan heykeli gibi vücudlarıyla salınıyorlardı ortalıkta.Film boyunca üçgen erkenlerin ve 90-60-90 kadınların boy gösterdiği bir dünyayı izliyoruz aslında. F Bu da bi süre sonra biras rahatsız ediyor. Çünkü gerçek dünyadan bir hikayeyi anlatmaya çalışırken gerçek dünyanın dışında, mükemmel bir yaşamı gösterince biraz tuhaf geldi bana.

Giysiler, saçlar , makyajlar mükemmeldi. Ee filmin yönetmeni bi modacı olunca, böyle oluyor. Özellikle Julianne Moore'un afişte de görülen bu saçı ve makyajına bayıldım. Kıyafeti tam görünmüyor ama kıyafet de çok güzeldi. Filmde bütün kıyafetler çok güzeldi. En yaşlı insandan, en küçük çocuğa kadar herkesin çok şık yaşadığı bir yerde geçen filmimiz, eşcinsel bir profesör olan George Falconer'ın , partneri Jim'in aniden ölmesi üzerine, George'un başından geçen trajik olayları anlatmaktadır.

Daha fazla yazmayayım yoksa iyice açık vereceğim. İzlemeyenlere iyi seyirler. İzeleynler de acaba benle aynı fikirdeler mi??

13 Haziran 2010 Pazar

Paranormal Aktivite!!!

13 Haziran 2010 Pazar 0

Gerçekten bu muymuş dedim o kadar korkunç diye pompalanan film. yazık yani, bilmiyorum sinemada falan daha tırstırıcı olabilir ama kete ve mika adlı iki sünepeye musallat olan bir huddamın hikayesi beni korkutmadı bilakis seme diyaloglarıyla güldürdü. olmamış gerçekten. fikir güzel ama daha iyi çekilebilirdi. hele bir de bu tarz işlerde (cin taifesi) uzman birini çağırmıyolar mı eve orada koptum. çok şükür amerika öyle bir sınırsızlıklar diyarı ki istediğiniz mesleği yapabiliyosunuz ne kadar fantastiko olursa olsun. amcanın ikinci gelişinde çok azıtmışınız bunu siz, ben bişi yapamam topukluyore demesi ayrı komikti.
Yer yer müthiş sıkıcı olan, zaman kaybı bir film Paranormal Activity ya da Türkçe adıyla İyi Saatte Olsunlar!

9 Haziran 2010 Çarşamba

In my veins..

9 Haziran 2010 Çarşamba 3

Grey's Anatomy'nin sezon finalini izlerken ağzımı bir dakika kapatamayıp çeşme açık kalmış su bastı (bu nasıl bir benzetme ya?!!) misali ağlamam bir yana, şarkılar da beni mahvetmesini bildi sağolsun.. Bu şarkı da beni derinlerden sarsıp sonra da alıp boşluğa atan cinsten.. Bailey, arkadaşını kurtarmak için asansörlerin oraya gider, asansörlerin çalışmadığını görür, elinden gelen her şeyi yapmıştır sinirleri boşalır ve arkasını dönüp ağlamaya başlar... Arkadan da bu şarkı süzülür ağzına mıçar... Kimsenin olmadığı bir ortamda koltuğa rahatça uzanıp hayallere dalabileceğiniz bir mekan eşliğinde dinlemeniz tavsiye edilir. İşte karşınızda Andrew Belle - In my veins..


Nothing goes as planned
Everything will break
People say goodbye
In their own special way
All that you can rely on
And all that you could fake
Will leave you in the morning
Come find you in the day
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
Oh, you’re all I taste, at night inside of my mouth
Oh, you run away, cause I am not what you found
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
Everything will changed
Nothing stays the same
Nobody is perfect
Oh, but everyone is to blame
All that you rely on
And all that you can save
Will leave you in the morning
Will find you in the day
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
Oh, you’re all I taste, at night inside of my mouth
Oh, you run away, cause I am not what you found
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
No I cannot get you out
No I cannot get you out
Oh no, I cannot get you out
No I cannot get you out
Everything is dark
It’s more than you could take
But you catch a glimpse of sunlight
Shining
Shining down on your face
Your face
On your face
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
Oh, you’re all I taste, at night inside of my mouth
Oh, you run away, cause I am not what you found
Oh, you’re in my veins, and I cannot get you out
No, i cannot get you out
No, i cannot get you out...
Oh no, I cannot get you...

4 Haziran 2010 Cuma

Bekle Beni Bihter, Yalnız Gitme

4 Haziran 2010 Cuma 0

2 Haziran 2010 Çarşamba

my secret friend

2 Haziran 2010 Çarşamba 0
İlk Virgin Radio'da dinledim. Alıp götüren cinsten. Günün şarkısı da bu olsun :)


My secret friend
Oh, take me to the river
My Secret friend
So we can swim forever

You have loved, you were not alone
You have braved the weather
When the storm cut you to the bone
There was always shelter

My secret friend
I'll take you to the river
My secret friend
So we can swim forever

In your skin to die a little death
This time there's no code word
When everyday frays in hollow ends
Dream sweet love subversive

My secret friend
Oh, take me to the river
My Secret friend
So we can swim forever

Break my deepest promise..

1 Haziran 2010 Salı

Durex'ten IPhone aplikasyonu..

1 Haziran 2010 Salı 0
Ama güzel reklam izleyince paylaşmadan duramıyorum.. Dünya'nın en komik reklamı.. İzlerken o kadar çok eğlendim ki anlatamam.. Özellikle Iphone elinde çocuk tıpışlamasını, suss artık ağlama dercesine isyan edişlerine bayıldım !!

at least until the real magic happens.. :)

Kel İmana Gel!


Benim adım haziran! bugün ömrümde yeni bir fasıl başlıyor. inşallah güzel olur. melankolik (yok ya) ruh halimden sıyrılırım azıcık bir orta yol bulmalı zira olmaz böyle. bi de uğruna ölünecek bişi yoksa banalsin annem kurtarmaz, devreler yanar. hava da sıcak eve kuş girmiş açık balkon kapısından bugün. baktım bi sesler geliyor kukirikukukiriku... dedim ahanda noluyo bir de baktım bir kuş badibadi yürüyor nereden bilsin sığ ve maşrapa bir insanın evine girdiğini. bastım çığlığı zor kurtardı canını (çok özür dilerim kuş, affet)
mutluyum napayım üzülecek çok şeyim varken kaybettim çok şey varken yine de elimde değil hala mutlu olmaya çalışıyorum. süperstarın çok pis belirttiği gibi geç kalanlar yarışında en ön saflardayım ama napaym ben buyum.
devir tamamlandı- ölümcül devir- artık yeni bi şeyler olsun kendi hikayemi yazayım ya da önce bir nefes alıp yine bir dibe dalayım: gripin beş desin ben yeter saçmaladım, biraz susayım.

http://www.youtube.com/watch?v=W9BXZb5kQOE
 
◄Design by Pocket